21 Ağustos 2010

İsmin ne dedim söyleyiverdi Mahmut Mahmut- unuturum ki ben bunu


Zihnim genelde aşırı uyarılmıştır. Çevrede görsel ya da işitsel tüm ögelere aynı derecede dikkat etmek istemem ya da konuşurken bir yazıya gözümün takılması beni zaman zaman duraksatır. Konuşmam yavaşlar ya da kesilir sonra son söylediğim söze odaklanmaya çalışarak cümlemi tekrar kurmaya başlarım ki bence bu durum karşımdaki için can sıkıcı bir durum. Karşımdaki için ne kadar can sıkıcıysa aslında benim için de bir o kadar hatta daha fazla can sıkıcı. Aşırı uyarılmışlık durumu benim için uyaran düzeyinde değil kendi algılarımın aşırı açık olması düzeyinde. Günlük hayatta gördüğüm, duyduğum, kokusunu aldığım iyi ya da kötü her şeyden etkilenebilirim dikkatimi bir yerde toplama konusunda sıkıntılıyım. Bununla beraber bu durumun hafızamı da etkilediğini düşünüyorum.
Unutkanlığımın sebeplerinden biri de etraftaki bana göre aşırı dikkat dağıtıcı ögeler. Bunlar olduğu sürece konuşmalarım zaman zaman yarım kalıyor ve ne diyeceğimi unutuyorum ya da o ortamda bulunan insanların isimleri görüntülerinin gerisinde kalıyor. Önemli olan yüz yapısı ve yüzünün şekli oluyor. İyi bir gözlemci olduğumu söyleyebilirim uzun zaman kimsenin fark etmediği ve birisinde var olan aşırı mimiği 10. dakikada fark edebilirim.
Unutkanlık deyince bir de şu unuttuğum aktör ve de aktrist isimlerine gelelim. Bu konuda ciddi anlamda havalı olan insanlar vardır. Şu filmin şurasında şu adamın şu sözü var ya diye başlayan cool cümleler kuran insanlar vardır ki bu insanlar sporcu ya da şarkıcı ya da sanatçı herhangi birinin ismini hafızalarına kazıyarak uygun ortamda gün yüzüne çıkarırlar. Bırakın holivudu benim arkadaşlarımın ismini hatırlamam bile benim için bir mucize olabilir.
Kitap okurken sevdiğim cümleleri not ederim başka türlü hatırlamam mümkün değil.
Eğer bir aktörden bahsedeceksem de söze şöyle başlıyorum:
Hani bi gemi batıyodu neydi o film?
HAh Titanik. İşte ordaki adam oynuyo yeni filmde.
Başlangıç mı?
hıh evet işte ondaki.
Leonardo'yu diyosun?
hı evet Leonardo.
Orda Ricky Martin dese de benim için bi manası yok çünkü o sadece benim gözümde o filmden karelerle var. İsimleri hafızada tutmayla ilgili bir çok öneri dinledim. Kişiyle ismini bağdaştır gibi. Bu konuda oldukça iyiyimdir. İngilizce kelimeleri aklımda tutmak için sıkça uyguladığım bir yöntem hımm deneyelim bakalım. İsim neydi? Burak.
Burak evet. Burak. Bu rak. Rakçı değil. Bur ak. Yüzün ak değil. Demek ne rakçı ne beyaz. Burak. Tamam. Fakat bu yöntem sadece günü kurtarır benim için. uzun süreli hafızamda yer etmesi için ya çokça görmem ya da önemli insanlar arasına koymam gerek.
Fİlmlerin ismini genelde hatırlasam da oyuncular ve yönetmenler uçup gider aklımdan.
Bir filmden bahsederken "evet 76 yapımı bir bidi bidi kardeşler filmi. Oyuncu kadrosu açısından oldukça zengin. Dönemin önemli isimlerinden Stratosfer Mançiyani baş rolde" gibi konuşmayı ne denli cool ve havalı bulsam da benim için pek de bir anlam ifade etmeyen bir sohbet olarak devam eder -çok film izleyip cahil kalmak benimki-. Küçük bir kızken dahi Salsa, hey girl falan alıp oradaki dönem ünlülerine aşık olan yaşıtlarımın söylediği isimler benim için bir şey ifade etmiyordu. Küçüklüğüm ünlü bir isme aşık olmadan gayet mazbut bir şekilde geçti anlayacağınız.
Şimdi dikkat eksikliğinden nerelere geldi konu.
Sosyalleşmek adına elime holivud listesi alıp ezberleyem mi yani?
İsim bağdaştırayım diye sus pus olup kızarem mi?
Ne kadar nefret etsem de sanırım öğretmen olunca sırana isim yaz çocuum diyen bir tip olucam.
Yok mu bir hal çare doktör?

15 Ağustos 2010

Who's your daddy




Yeni tanıştığım insanlara karşı tencereye yeni atılmış domates gibiyimdir kabukları soyulmuş -içi dışı bir- fakat sert. Azcık ısı görünce hemen yumuşuyorum. İşte bundandır ki dışardan çok soğuk görünüyosun ay ne de sıcakmışsın meğersem lafları bende hiçbir etki yapmamakta.

Seksen yaşına geldiğinde çılgın babaanne olma isteği duyan kaç hanım kızımız var bakim?

Öğretmenlik yapanların iyi program sunucuları olacağına inanıyorum. Sınıfta zaten sürekli bir gruba hitap ediyorsun, kadın programı sunucusu misalisin öğrencileri uyanık tutmalı espri yeteneğini kullanmalı mayışanların dikkatini çekmelisin. Şimdi seni oradan alıp kamera karşısına koysak nolur? Kişi sayısı artar o kadar.

Çamaşır asarken mandallarda renk uyumu olması taraftarıyım hatta bu konuda biraz takıntılıyım.

Winamp' ımın teması The Simpsons ve Homer şeytan kılığında elinde marakas sallamakta. İnsanın zaman zaman ağlayası gelir de o zaman dur şu şarkıyı açayım der ya işte o zaman ben bu aileyi görüyorum Homer'ı görüyorum. Dudaklarımın arasından bir pfss gülücüğü savurarak içli şarkımı açıyorum. Pek hoş...

FM (frequency modulation) Tatlıses fm' i siz düşünün gayrı.

İlkokula başladığım ilk gün ilk teneffüs zilini okulun bitiş zili sanmış çantamı sırtıma takmış eve gitmek için okulun çıkış kapısına doğru yol alırken 5 e giden bir abla bana durumu anlatmış beni sınıfıma geri yollamıştı. O zaman ilkokul ortaokul vardı. Sonra kaça gidiyordum bilmem ilköğretim 8 sene oldu.

Nem var ya nem. Ah o nem...

Peki senin nen var kuzum?

Julia London - My heart belongs to daddy çalmaktadır.

Who's your daddy:deviantart

12 Ağustos 2010

Thoughts o' mine



Falım sakızın laciverti gibisi yoktur. Kocamandır bi kere ağız doldurur. Yalnızken çatır çutur çatlata patlata çiğnenir. Ama bakınız ne diyorum YALNIZ çiğnenmelidir. Yanınızda biri varken çiğnemeyin çok fena sesler çok fena can sıkıcı durumlar ortaya çıkabilir.

Sürekli aynı mekana gitmekten sıkılmayan insanlar vardır. Hatta orası onların evi gibi olsun isterler tanıdık yüzler oldun gidince "vay ağbi nağber" muhabbeti yapsınlar falan. Oranın müdavimleriyle de selamlaşırlar hatta. Bu durum bir süre iyi gider bana göre ama bir süreden sonra sıkıcı bir hal alır. Oradan başka bir yere gidince oraya ihanet etmişsin gibi gelir. Ya da başka bir yere gideceksen ve önünden geçmen gerekiyorsa ister istemez bir saklanma moduna girersin. İşte bu yüzden 4 yıl önce bu alışkanlığımı bırakmış bulunuyorum. Değişik yerler yeni yüzler artık benim politikam.

Hayatında yenilikler isteyen kişileri anlayabiliyorum. Zaman zaman herkeste olan bi durum bu ama ben hayatımda yenilik isterken her şeyiyle yeni bir hayat istemeye başlıyorum. Yeni insanlar yeni yeni yeni bi ton bir sürü bir şey sadece sabit kişiler olsun, en sevdiklerim geride kalan her şey gitsin. Bu yüzden yeni şehirler ve yeni başlangıçlar korkutmuyor beni. Umarım seneye bambaşka bir şehirde bambaşka bir hayata başlayacağım.

Durup durup kendime şarkı armağan ediyorum. Hastalıklı bünyem dakikadan dakikaya tarzı ve hızı değişen şarkılar getiriyor aklıma.

Sevgilimin kulağına söylemek üzere şarkı listesi yapıyorum zaman zaman. Bazıları romantik bazıları seksi bazıları cidden komik ama anlamlı oluyor. En sevdiğim o direksiyondayken arabada çalan şarkıyı bağıra bağıra söylememiz. Bağırırken sesim ne kadar berbatsa o kadar gülüyoruz, sonra susayıp su alırız muhtemelen.

Eğer uzun süreli ilişkiniz varsa bunun üzerine çokça yorum yapan olur. Benim de 4,5 yıllık uzun bir ilişkim var. Burada neredeyse hiç anlatmasam da. Bunun üzerine de elbette çokça laf söyleniyor. Bu yorumlar genelde olumsuz oluyor. Sıkılmadınız mı pef ne kötü evli gibi vs. Bu yorumları bizi tanımazlıklarına bağlayıp bir konuşma yapıp sonlandırıyorum.

Blog yazma konusunda gün geçtikçe yeteneksizleşmekte, körelmekte, sıkıcı olmaya başlamaktayım. Farkındayım ve de hep sıcaktan bunlar diye suçu havaya, suya falan atıp sıyırırım belki.

Şu anda orijinali Guns'n Roses a ait olan sweet child O'mine dinlemekteyim. (Taken by trees)
Aaaa dur ekliyim. Aaa ben bundan başlık da yaparım ki..