17 Ekim 2015

Hayatta olduğunu bilmelisin her an.
Bunun için yanman, düşmen ya da kötü bir şeyler deneyimlemen gerekmeden. 
Çok mutluyum dediğinde de farkındalığın yaşadığın hissine yönelik olmalı.
Deprem olunca Allah diyen ateist gibi ya da başı sıkışınca dua eden bir yarı imanlı gibi değil.
Her an her nefeste yaşadığını hissedeceğin bir hayat.
Bunun için algılarını açıp bakınmana gerek yok. 
Nefes al ve nefes ver; anı hisset ve bebeğim haydi şimdi iki yıl sonra yazdığım bu yazı şerefine kendine kendin olabiliyorsan eğer teşekkür et..


28 Mayıs 2013

Re


İnsanın kendi içinde özgür olduğunu hissetmesi çok farklı bir şey. Düşünsel olarak kendini sınırladığın bir sürü alan oluyor çünkü. düşündükçe içinden çıkılmaz hal alan durumlarda kendine dur diyorsun. Çıkamadıkça batmak korkutuyor da bilmiyorsun ki beybi cidden batmadıkça da çıkamıyorsun. Düşündüğün alanı sınırladıkça basitleşiyorsun. Beyinsel faaliyetlerini çokça kullanan kişilerin bir yönden depresyona yakın olmalarını buna bağlıyorum biraz da. 
Ruhunu özgür bırakmak da böyle bi şey aslında. Ruhunu bedenine bağladıkça realist bir kişiye dönüşüyorsun.


Hayallerini gerçeklerle sınırlıyorsun, ne korkunç! Hayallerini kısıtladığın nokta uzanabildiğin şeylerse eğer; onlar birer olasılık olmaktan öteye geçmiyor. 
Düşündüğün şey uzanabildiğinin ötesi olduğu sürece önüne çıkan duvarların arkasını görmek istiyorsun. Beklesen de zaman zaman, çözülüyor işte birer birer, geçiyor gidiyor o duvarlar da aşılıyor. Hayalperest olmakla hayal kurabilmek çok farklı şeyler. Bahsettiğim şey gerçekten hayal kurabilmek. Kendini bir sonraki tatilde Avusturalya'da düşünmek mesela. Paran var mı, yok. Vizen var mı, yok. Ama neden olmasın. Gerçekler onu göstermiyorsa kendini tatilde Antalya'da düşünebilirsin. 
Aklıma Kadıköy'de yılbaşı öncesi yürürken piyango bileti satan adam geldi. Arkamdan defalarca 'çıkabilir' diye bağırdıydı da tırstıydım çok fena. Olasılıklar, şanslar, olaylar neden hep senin tersine dediydim. 
Şanslı biri olmadığımı daha önce de söylemiştim. Ama hayal kurma konusunda fena değilimdir.

Tesadüfen yaşadıklarımız belki bir yol çiziyor bize, takip ettiğimiz bir çizgi var ama önemli olan hele de benim gibi bir memursan düşünebilmek. Standart hareketlerimden, özgür eylemlerime geçtiğimden bu yana daha mutluyum. Basitlikten karmaşıklığa hem depresyon hem sonsuz mutluluk.

Haaaa bi de; sevmediğiniz insanlarla oturup gülüşmek zorunda değilsiniz.

öpt.

09 Şubat 2013

Yenilik dediğin gülüm sorumluluğunu sırtından atmakla başlar


Yeni her zaman cazip geliyor; alımlı, ışıltılı bir hali var. Yeni bir pantolon alıp eskisini unuttuğumuz gibi unutmuyoruz şükür ki hatıraları. Zira hep dedikleri gülümseyerek anma aslında içimizde beslediğimiz optimist karakterin tezahürü. Eski dostlar hep daha sıcak gelir, yeniler hep bir adım uzakta kalır. Kimi zaman da önüne geçer. İnsan dediğin şey coni, cidden enteresan. 

Hep içimizden sıfırlamak isteği gelir de adım atamayız. Ya da korkarız 'yeni' nin ışıltısı 'eski' nin alışmışlığını bozacak diye. Ya da "o ne olur, bu ne olur, şuna ne derim, daha şu işlerim var" diye diye erteler dururuz.

Tüm bunlardan bağımsız yeniliyorum hayatımı. Severek bırakıyorum şu hayatı. Ohh bee kurtuluyorum!

Yeni bir hayata başlamak için geride bıraktıklarının sorumluluğunu da üstünden atman gerek. Geride bıraktığın insanlara karşı kendini sorumlu hissettiğin sürece tam mutluluğu yakalayamıyorsun. Sıfırdan başlamak dediğin şey mekan ve zamandan bağımsız ilerleyemeyen bir hadise. Tebdili mekan yeni bir hayatın ilk adımı bana göre. Ardımda bıraktığım kimseye karşı sorumluluk hissetmeden adım atmaya söz veriyorum kendime. Herkes kendi hayatında benden bağımsız mutluluklar yaşasın. Sadece bunu dilerim.

Öberim.


29 Kasım 2012

Tarhana şifadır

Tarhana çorbasının anne kucağı gibi bir his vermesi üzerine düşündüm.
Neden dedim, neden bu çorba?
Sonuçta ezogelinimiz de var, mercimeğimiz de, domatesimiz de.
Ama tarhana tüm bunlardan çok farklı.
Çünkü tarhanayı annen zorla bavuluna koyar. İçersin bak, kış da geldi sıcak sıcak hemen oluverir der.
Nitekim öyle de olur. Sıcacık, şifa niyetine.
Seviyorum ki.
Annemi de tarhanayı da.
Sanki tarhana ve annem varken hiçbir kötülük olamazmış gibi.

24 Kasım 2012

Biraz daha çay?


İnsanların içlerinden geçen her şeyi birileriyle paylaşmadığı aşikar. Fakat biliyoruz ki insan her şeyi içine atarsa kafayı yer. Öyle bir hisle doluyorsun ki bazen; anlatacak hiçbir şeyin yok fakat içinde yaşadığın duygular çok yoğun. Yazdıkların, konuştukların her şey sığ kalıyor o noktada. 
İşte böyle zamanlarda ilgin, insanlardan, paylaşımdan, konuşma isteğinden farklı şeylere kayıyor. Tek başına kafanı dağıtmak istiyorsun mesela ama biliyorsun ki aslında öyle ahım şahım problemlerin de yok. Ama kafan dolu. Kendin bile bu saçmalığı anlayamıyorsun. Çoğu zaman yalnızlıkta kaynaklandığını düşündüğüm bir bunalım hali. Ne film izlemek ne de kitap okumak tatmin ediyor seni bir zaman sonra. İşte hallerden böyle bir hal içindeyken neden sigara ve alkole eğilimin başladığını kestirmek çok da zor değil.

İçinden çıkamadığın bu durum, dile gelmeyecek bir yoğunluk olduğundan bir objede gideriyosun bu ihtiyacı. Nasıl ki bir insan seni dinlerken tepki verir; karşındaki nesne de sana bir tepki versin istiyorsun ki yalnız olmadığını anlayasın. Sigara; boğazını yakıyor, içine akıyor ve sanki ciğerinden bir şeyler söküp alıyor. Seni saçma bir şekilde rahatlatıyor. Bir kadeh içki; başını döndürüyor, beynini uyuşturuyor, ağlatıyor, güldürüyor sana biraz hükmediyor ama sonuçta kendini hissettiriyor. 






Kendimi sorguluyorum bu noktada. Ben n'apıyorum diyorum; böyle bir durumdayken. yanıma bir demlik çay alıyorum. Müziği açıyorum. Beynim beynime hükmediyor. Çay içiyorum, çay soğuyor ve ben 'hacı çayı ısıtsana yea' diyecek biri olmadığı gerçeğiyle yüzleşiyorum. Boksun diyorum. Yalnızsın işte. O kadar. Aha bu demlik, bu da senin sıfatın işte onun üzerinde yamulan. İstediğini yap, istediğini düşün gerçek neyse o. İşte böyle durumlarda realist kişiliğimin ekmeğini yiyorum. Bu da can acıtıcı bir durum bazen. Çünkü annen, baban bile bir zaman sonra sana hiçbir konuda destek olma ihtiyacı duymuyor. "O zaten tüm ihtimalleri gözden geçirip kendi içinde çözer" insanı olmak da zor. Ondan sonra bir şeye azıcık üzülecek olsan "sen güçlü birisin, neden böyle yapıyosun ki şimdi" ye gidiyor olay. 
 
Geçen sene bu zamanlarda ailemin yanında aşırı buhranlı bir dönem geçirdiydim de ağlayamadıydım bile pöyküre pöyküre. Bırak pöykürmeyi gözlerim dolsa hemen zayıflık olarak nitelendiriliyordu durumum. Depresyonun içinde patlaması işte öyle böyle değil çok fena bir şey. Halini anlatacak gücün bile olmuyor ve herkes bunu mantıksal çerçevede çözmeni bekliyor senden. Gerçeklerle yüzleşmem yine de uzun sürmemişti. Her şeyin farkında olmam içimin içinin içine kadar yemesine engel olmasa da bir şekilde kurtulmuştum. 

 

Bu durumda sigara ve alkole sarılmak benim için asıl zayıflık olurdu sanırım. Çünkü beynimle beynime hükmedemediğim noktada akıl ve mantığa değer veren biri için duygusal sürüklenmeler asıl zayıflık olurdu. 

Anlam veremediğim bir nokta var fakat. O kadar duygusal bir insanım ki, o kadar kırılganım hem de ama iş karar almaya gelince en zayıf noktam -sevgilim- haricinde her şey ama her şeyde duygularımdan sıyrılıp salt beyin haline geliyorum. En mantıklısı bu deyip bir çırpıda her şeyi silebiliyorum. Kafamda yakarım yıkarım ama biterse biter. Böyle de netim. 

İşte diyeceğim o ki; yanımda demlik, bir bardak çay -soğuk- ben de bunları yazıyorum be blog. Tek derdim zamanla. Ve bunu çözemiyorum. Zamanı hızlandırmak istiyorum. Ne duygularım, ne aklımın hükmü geçmiyor bu kez. Aciz hissediyorum. Sabretmekten başka çarem yok.

12 Kasım 2012

Fikrimden zıplamalar her an atabilirem



Lens kullananlar bir araya gelsek, askerlik anılarıyla yarışır hikayeler elde ederiz diye düşünüyorum.

"Öğrenci tehdit cümlelerim ve yaratıcılığın zorlanması" adlı bir eser hazırlamayı planlıyorum. Komikli şakalı olacak.

Kışlarıçokçorapdeğiştirenlerspor olarak genel mottomuzu belirledik "önce çok ısınıyo, sonra da üşüyo" 

Kalk ötüğü: 5.15
ders başlasın ötüğü: 6.30 
-enerji level 5 to 0 - 
eve gidebilirsiniz ötüğü: 11.05 
annemi arıyorum saat 11.15 'günaydın kızım' 'anne ben eve gidiyom yeaaaa, gün benim için bitti' haykırışı. 
12.00 eve geliş; öğle yemeği, istiklal marşı, kapanış. 

Bir insan için günün 12.00 de bitmesi cidden çok fena...

Öğretmenim o 28'i ben almadım; sen vermişsin, diyen öğrencimle ciddi bir kavgaya tutuştuk. Dövüşüp anlaştık. Şaka lan. Öpüşüp koklaştık da diyemem ama kızıp, bağrıştık diyebilirim.

Geçenlerde bi öğrencim beni öldürmekle tehdit etti. Hala yaşıyorum sanırım beni öldürmeye değer görmedi. 

Çanta değiştirirken mutlak suretle diğerinde bir şeyler unuturum. En kötü ihtimalle peçete olur. İlk çantada hiç kullanılmamış olan bir cep kağıt mendil öbeği, diğer çantaya taşındığım gün lazım olur. 

Kullandığım kokuyu değiştirmeyi çok sevmiyorum. Bu kış yine yılların klasiği kokuma dönmüş bulunmaktayım. Yılların derken cidden yıllar. Kesintili 8 yıl. Obaaa yaşlandım mı ki acaba...

Sineklerin salaklaştığı bir mevsim geçişi dönemi var. O ara hantal ve salaklar. Fark ettiniz mi?

Bilgisayarımı açtığımda skype'ın beni içine çekercesine karşılaması cidden seksi. Woaaaaağğğp!

MEB'de okullardan neredeyse gerekli hiçbir internet sitesine erişim olmadığını biliyor muydunuz?

Geçen gün eve geliyorum; akşam son otobüse bindim. Hiç alkol kokusu yok. Dikmen minibüsü geldi aklıma; son minibüsün kesif alkol kokusu. (selam ben elif şafak)

Burun akıntısını dindirmeyen iç çekişler... İç çekişler neyi dindirir ki...

Ergenliğe yeni giren öğrencilerim bana bir şekilde özellikle 'otuz bir' dedirtmeye çalışıyorlar. Hocam sayfa kaç? 'thirty one' 'kaaaaç?' 'thirty one' hocam aralık kaç çekiyoooo? 'thirty one' Allam iy ki İngilizce öğretmeniyim. Ama neden öğrencilerim bu kadar saçma!

Yorganı kulağına kadar çekip, etrafına dolamak suretiyle sarılanlardanım. Yalnız yattığım pek mi bi belli?

İsmini sevenler olarak toplansak hiçbir şey yapmadan dağılırız.

Bok mu var da yapıyosun gibi bir soruda sizce de bi bokluk yok mu? Bok olsa yapmam ben şahsen.

'Binek otomobil' lafını güzellemek istiyorum. 

Beni şuraya atıver yavşaklığı.

Ve ta ta ta tam.

"Büyülendim ama büyüyemedim
Aklım ermedi aynalara ve suya
Yüzümü gösterip kalbimi neden
Sakladıklarını öğrenemedim
Şaşkınım, cahilim ben bu dünyada"


şiir: İmlasız- Ahmet Telli



17 Ekim 2012

Altının da düğünün de senin olsun bana sessizlik verin ühüü

Doğu illerinde düğün nasıl olur diye merak edenler, ay çok güzeel yhaaaa aşiret falan varmış orlardaaaa diye ağzını yayan, hayatı onlara ,doğu dizilerindeki yakışıklı aşiret ağaları misali yaşatacak birilerinin hayaliyle yaşayan genç hanımlar... Sözlerime kulak verin...

Bok gibi bi ortam var.


Evimin dibinde tam 3 saattir sadece bu müzikle halay çeken bir grup adam var. Zılgıtlar ve ahahahaayyyy gibi sesler eşliğinde yazıyorum bu yazımı.
Kültürler çok farklı lan. 
Eğer batıda büyümüş etmiş bi insansan buradan bir kadına gelin olduğunu düşünemiyorum. Korkutmak gibi olmasın kimseyi, çok fazla bu tarz evlilikler var tabii fakat cidden aradaki kültürel farkı göz önüne alınca daha geniş bakıyorsun olaya. 

Şimdi size enteresan bir kaç bilgi vereyim. Urfaliların %80i kapalı. Yani Urfa'da başı açık gördüklerin ya Urfalı değildir ya da yaşı ufaktır. Fakat örtünme de öyle inanç gereği gibi bi örtünme değil. Belli bir yaşa gelen örtünmek mecburiyetinde gibi düşün. Ve bu olay o kadar eğreti duruyor ki kimilerinde.. Mesela şöyle bi tarz düşün; daracık neon pembe pantolon, üzerinde kısa kollu mavi t-shirt ve baş kapalı. Tırnaklar ojeli  gibi. Garip bi tarz yani kimseyi yargılamıyorum ama bana saçma gelen olay şu o saç niye örtülü acaba? Ya da madem saç örtülü o kıyafet ne hacı? Şu olay da çok fazla mesela; kısa etek giymiş, ten çorap giymiş siyah, ama kapalı ? Her neyse işte bu geleneğin sonucu olsa gerek burada kadınlar düğünde açılıyorlar. Kına gecesi olayını varın siz düşünün. 
Kınada sadece kadınlar oluyor ve o kıyafetleri görmen lazım. Sanki kınaya değil gazinoya gitmişsin. Popo altı hizasında elbiseler, dekolteler, herkesin memeler fora... Yemin ederim meme ve bacak görmekten gece sonunda kadın görmek istemedim. Sağa dönüyorum başım bir çift meme arasında kayboluyo, her yerde altınlar vs. Altından elbisesi görünmeyen kadın vardı. Heralde atın giyip gelmişti. Kınanın en garibanı bendim. Biri acıyıp bişeyler takar mı acaba dedim ama kimse beni takmadı. Hiç seksi değildim o esnada ve bence yüz ifadem memnuniyetsiz bir müdüre gibi olduğundan kına gecesinin kötü, istenmeyen konuğu moduna giriş yapmıştım. 
Düğün olayına karışmak istemedim, borcamımızı alır geliriz sonra dedim. 
Düğünü düşünemiyorum ya, halay, halay yine halay ve tekrar halay eeeeeeeeeef :S

Baş ağrısı ve davul zurna sesi gerçekten ayrılmaz üçlü gibi. 

Sürekli evlenen birileri olduğunu da eklersek ve sokakta düğün salonu olduğunu da söylersem bana iyice acır mısınız acaba diye düşünüyorum. 

Aslında burda evlenip altınlarla kaçıcan ama vururlar be bacım...