23 Eylül 2010

Eski dosyaları karıştırdım 1978 vs. Günümüz


Türkiye'nin 1978 Eurovision şarkısı...


Evde eski dosyaları karıştırmaktan büyük zevk alıyorum. Çook çok geçmişe giderekten günümüzle 78 yılını karşılaştırdım, babamın fotoğraflarını kurcaladım vs. Ve de sizlerle aslında geçmişten günümüze ne kadar da yerinde sayar kendini tekrar eder bir tarih yolculuğu yaşamışız göstermek istedim.


Senelerdir bu konuyu konuşup duruyoruz taa 1978 Elele dergisinden..
Elele'den aldığım değişmeyen kadın konuları :




VE tabi ki moda... Moda da gördüğünüz gibi RETRO havası ve 1978 modası...


Reklamlarda da pek ilerleme kaydettiğimiz söylenemez hani... Aynı konular aynı poz, bi tek fotoşop eksik.




VE işte beni derinden sarsan gerçek. Meğer babam apaçi imiş... Şalvar bilekten sıkmalı eşofmanı, beyaz converse ile süper çıkmışsın babacım:)



Tarlalardan süper bir baba fotosuyla son veriyorum yazıma...



kaynaklar: Elele 1978 annem koleksiyonu, babam beyin fotoları.





18 Eylül 2010

Düşünceler silsilesi vol. bilmem kaç


You are my sunshine my only sunshine
You make me happy when skies are gray
You'll never know dear how much I love you
Please don't take my sunshine away

diyerekten başlıyorum yazıma. Aklımda bu şarkı vardı söylemesem çatlardım.

Tatil bitiyor Ankara yolları gözüküyor bana ne fena ne fena.

Yaz boyu yatıyorum sonra son bir hafta denize gitmek istiyorum mütemadiyen.

Harcımı yatırdım artık düzenin betonuna gark oldum hayırlara vesile.

Odamdaki aşırı yeşil yoğunluğundan sıkıldım. Gözlerim yoruldu. Zaten ben gidince annem odayı iyice otel odası gibi yapmış iki yatak ortasına TV koymuş. Mini bar falan koyup hizmete açsa olur bence.

Anneler evlatlarını bir evden yollayana kadar sonra da eve getirene kadar çabalamakta. Yollayana kadar sen yokken benim düzenim vardı, sen geldin her yer birbirine girdi gibi aslında olmayan ama ona göre var olan hayali mevzulardan bahseder. gitmene yakın gidiceksin artık sen söyle ne pişireyim, hadi sen beğen ben alıyım gibi sevgi dolu sözlerle sizi kucaklarlar. gidince de sizin gelesiniz gelmez bir hafta sonu bari gitseniz anneniz ne denli mesut olacaktır oysa. İşte anneler ve evlatları böyledir. Sen gidince şekli şemali bozulan oda sen gelince senin tarzına bürününce dağınık gelir o anne bünyesine.

Sevgiliyle anne tanıştıktan sonra annenin sevgilinin annesiyle ilgili sorular sorması kaçınılmazdır. Tipinden davranışına bir rekabet başlar. Oysa ikisi de naiftir candır. Ama benimki en güzelidir. Neden bu konuda bencillik etmeden duramıyorum? Her ne kadar kavga etsek de bağırıp çağırsak da cık olmuyor yine dönüp dolaşıp barışıyorum, sarılıyorum.

Milli içeceğim su ve sodadır.

En sevdiğim harf hangisi diye düşünüyorum bir süredir fakat bulamıyorum.

En sevdiğim renk yok benim. Sevdiğim renkler var.

Bir ara kalemi içine yerleştirip döndürünce değişik değişik şekiller çıkaran aparatlar vardı onlara ne oldu acaba?

Gazlı kalemlerden vazgeçemem. Hele de kırmızısından never ever!

Üretim süreci en sevdiğim dönemdir, dönüt kısmı da en mutlu olduğum zamandır.

Makale yazmaktan mutluluk duyan bir insanım, yazmaya başlayınca hızlı yazabildiğim için sanırım. Ha eğer ki eksik hissediyorsam yazacağım konuda yok o zaman tıkanıp kalıyorum 5 saat okumam gerekiyor. Bir o yana bir bu yana dönüyorum çalmadan çırpmadan tamamen kendime ait bir makale üretiyorum.

Uzmanlaşmak istediğim bir konu var ama söylemem. Linguistics- Language acquisition diyorum ve de susuyorum.

Eğer şu yaptıklarımı sorgulamaya devam edersem, ya da ihtimaller üzerine kafa yorup durursam sanırım kim ve ne olduğumu unutmaya başlıcam. Rüyalarımda yaşamaya devam ediyorum ki bu oldukça yorucu bir şey. Akşam yatıyorum sonra ruyamda kalkıp kitap okuyorum mesela ama kitabı okumuyorum okumuş olduğum kısımları kafamda yorumluyorum. Sonra arkadaşıma kitapla ilgili bir şeyler söylüyorum. Sonra gerçek hayatta hani sana anlattım ya diyorum o da yoo diyor sonra o ruya mıydı diyorum. Kaç kez kahvaltı yaptığımı düşündüğüm oldu böyle. Kalkıyorum ruyamda kahvaltı yapıyorum, sonra gerçekten uyanıyorum kahvaltı yapmadığımı biliyorum ama şüpheye düşüyorum yaptım diyorum, çay demledim içtim falan. Sonra kahvaltı yapmıyorum aradan iki saat geçiyor ve aslında onu ruyamda gördüğümü hatırlıyorum. Aramayı düşündüğüm kişileri ruyamda arayıp cidden aradığımı düşünüyorum sitem işitene kadar. Anlayacağınız beynim dinlenmiyor ve yorgun düşüyorum gün içinde şiddetli baş ağrıları yaşıyorum. En kısa zamanda bir uzmana hi, how are you? demeyi planlıyorum.


Sevmediğim kişilerin isimlerinin baş harfini küçük harfle yazarım. Size göre belki saçma ama bana göre oldukça anlamlı bir davranış olan bu alışkanlığımdan vazgeçemiyorum. Kendi çapımda hakaret ediyorum o kişilere.

Kendimi ifade edemediğimde girdiğim ruh halim bitse de gitsek kıvamındadır. Anlatmaya çabaladıkça yanlış anlamaya devam eden birisi ya da anlatımda çektiğim sıkıntı poffffffff!!

Bir yerde uzun süreli kalamama durumum kanımdaki yörüklükten mi bana mirastır acaba?

Sessizce terk etmek istediğim ortamlar olur. Ama kalmak zorunda olurum mesela. İşte bu durum canımı sıkar da sıkar en sonunda çok sıkıcısınız der suçu ortamdaki kişilere atarım.

Hediye almayı ve vermeyi severim fakat ikisi de sancılı süreçler benim için. Para vermek ayıp addedilmese al gönlüne göre harca derim.

Bebekli kadınlar vardır. Bekleyenler ve hali hazırda kucağında tutanlar. Otobüste onlara yer verin. Ayakları şişer hep onların. Yazıktır onlara.

Yüzünüze dik dik bakan yaşlılara da isterseniz yer verin ama ben genelde beklentisi olmayan teyze ve amcalara yer vermekten hoşnut oluyorum. Zorundasın bakışları altında kalmaktan hoşlanmıyorum. Özellikle Sokullu' daki parka giden yaşlılar gurubu var ki hep benim saatlerimde oradan hareket ediyorlar Dikmen'e doğru. İşte bu durum çok zor geliyor yorgun ayaklarıma. Sabahın köründe kalkmış bünyeme.

Şimdi sizlere bir şarkı daha armağan ediyorum ve gidiyorum:

Help me if you can, I'm feeling down
And I do appreciate you being round.
Help me, get my feet back on the ground,
Won't you please, please help me?

17 Eylül 2010

İçim dışım bir yeminle


İnsanları sebzelere benzetiyorum. Her gördüğün yeni kişiyi bir sebzeye benzeterek o sebzeye daha önceden yüklemiş olduğum özelliklere sahipler gurubuna koyuyorum. Şimdi böyle çok saçma oldu, anlatamadım. Şöyle izah edeyim ki;

Bir kişiyi görüyorum ve içimden sarımsağa benziyor diyorum.

Bana göre sarımsaklar için önceden belirlenmiş fiziksel kriterler vardır. Şimdi açıklaması nasıl zor bilemezsin sevgili okur.

Domatesler çok belirgin. Bunu anlamanı bekliyorum. Ya da taze soğanlar hemen kendini belli eder.
Kendimi henüz kategorize edemedim.

Aynı zamanda pasta çeşitlerine de benzetiyorum insanları çikolatalılar, meyveliler, sade kremalılar gibi.

Ciddi anlamda otizm belirtilerim var. Bunları size söyledim ve rahatladım. Artık daha fazla içimde tutamazdım...

12 Eylül 2010

Ayaklara özgürlük ve havadarlık diliyorum


Yaz günü büyük bir problem bence ayakkabı. Eğer terlik sevmiyorsanız bir de. Ya da ayakların çok biçimsiz olması durumu da söz konusu olabiliyor. Bir arkadaşım ciddi anlamda terlik giymemeli ki kendisi de bu gerçeği bilerek hareket etmekte.

Hanım kızlarımızın yazlak olarak gittikleri yerlerde çizme giymeleri enteresan bir o kadar da abesle iştigal ilişkisi yaşamakta ki bana göre çizme diye adlandırılan bir şeyin yazlık olarak kullanılması gibi bir şey söz konusu dahi olmaz. Sıcak memleketlerde bacağın ikiye katlanan diz kapağı arkası bölümünden aşağı akan terleri düşünürsek bu çizmenin içinin su dolması muhtemel olduğundan bence naylon olması en münasip materyaldir ki içindeki haznede su birikebilsin.

Terlik konusunda kadınlar kadar erkeklerin de problem yaşadığını düşünüyorum ki erkekler yazlık kıyafet olarak her tarza uygun kıyafetler giyemiyor ya da hoş karşılanmıyorlar. Takım elbise giyme alışkanlığı olan erler ne tarz yazlık kıyafet giysin ki o oscar ayakkabılardan o kunduralardan kurtulabilsinler. Kundura tarzı sandaletler halk arasında genel anlamda artı puan kazanamadı. Belirli bir kesimin gözdesi olup içinde çorapla kullanılması da kısa süreli oldu.

Her bir kıyafetin belirli bir kitleye ve alım gücüne hitap etmesi apayrı bir konu bana göre. Genelin GÜZELi bağlamındaysa felsefeye baş vurmak sonuç vermemiştir. Feylesof kişiler bununla ilgili farklı görüşler ve genel geçer kurallara ulaşma konusunda elbet bir çıkar yol bulamamışlar.

Şimdi bana görelere gelip kendi görecemden bakıyorum meseleye.

Ciddi anlamda moda takipçisi olduğumu falan söyleyemem ama popüleriteye gizli bir hoşlanmazlık belirtisi gösteriyorum. Zaten alış verişte yaşadığım zorluklardan bahsetmiştim.

Kadınların sandalet ve terlik konusunda ne olursa olsun erkeklerden şanslı olduğunu düşünüyorum çünkü hemen her giyim tarzına hitap eden ayakkabı ve terllik tarzı var. Öyle ki kadınlar için çizme bile üretilmiş-yaz günü için-. Bir de dönüp oğlanlara neler yapmışlar bakalım.

Mavi siyah çizgili terlik var senelerdir. Asla kurtulamadığımız bir model. Ancak deniz şortu ve beyaz atletle tamamlandığında bir anlam ifade eden o güzide model..

Plastik parmak arası terliklerin sadece şortun altına giyilemsi taraftarıyım. Kot pantolun altına giyildiğinde ve parmak içleri pislikle doluysa eğer iğrenç bir görüntü oluşmakta.

Mantar tabanlı bıdı bıdılar da elbet baba terliğidir bana göre. İki kalın biritli sanki küçük numarası üretilmezmiş gibi 45 numara gibi falannımsı mış fış.

Bakınız benim ilk aklıma gelenler bunlar. Sandalet olarak spor tarzda askeri yeşil ya da kahveli tonlarda olan ayakkabılarsa çok çok küçük bir kitleye hitap ediyor ve de her kıyafetle giyilmesi oldukça güç.

Kadınlarda durum böyle mi? Kesinlikle hayır. Sandaletin de sporu da şıkı da, terliğin de, babetin de, onun da bunun da… Her ortamda her yere uygun olanı üretilmiş. Kadınların zaaflarına oynamış üreticiler. Er kişiler de sıcakta terlemekle kalmışlar. Sonra erkeklerde ayak kokusu daha fazla. E o kapalı ayakkabılara mahkum adamlar. Gerçi zerafet konusu tartışılır 45 numara ayakta şık bir erkek sandaleti nasıl olur acep? Bunu bilemem. Belki de buna hazır değiliz henüz. Bir gün rugan, bol biritli şık bir sandalet giymiş adamı görücez bence. Fakat bu görüntüye hazır olmayı umuyorum o zaman.

Ne olursa olsun ayaklar önemlidir. Onları sevmek onlara özen göstermek gerekir. Kadınlar kadar erkekler de bu konuya özen göstermeli. Tarlada çalışan kadınlardan bahsetmiyorum tabi ki. Ne yapabilir çiftçi kadınım mahvolmuş ayaklarına. Oralardan dem vurmamak lazım.

Erkek cinsine gelince uyarım şudur ki ayaklarınızı her gün yıkayınız. Günde bir kere yıka ayakları bir yerde!! Ne olursun, ne olursun…


foto:deviantart

01 Eylül 2010

I kissed a girl and i liked it -Bir rüyanın bilinmezliği





Kadınların kadınları erkeklerinse erkekleri daha iyi anladığı çok çok önemli bir konu var bana göre.
Dokunmak.
Kadınların dokunulduğunda hoşlandıkları noktaları kadınlar erkeklere göre daha iyi bilebilir çok kez.Kadınları hatmetmiş adamlardan bahsetmiyorum burada. Erkeklerde de durum aynı. Bu durumda lezbiyen ve gay ilişkilerin daha doyuma ulaştırıcı olduğundan bahsedebilir miyiz? Bİlmiyorum ama ben size bir anımı anlatayım şimdi.

Mulholland Drive adlı filmi izleyenler bilir. Orada lezbiyen ilişkiler, kıskançlık ve bilinç altı gibi konulara güzelce parmak basılmış. İşte ben bu filmi izlediğim günün sabahında Ellen Degeneres show'u izlemiştim. Bİliyorsunuzdur belki kendisi lezbiyen. Tabi bu lezbiyeni sıfat olarak kullanmak ne kadar doğru bilmiyorum. Herneyse onun programında o gün bir yardım kampanyasından ve bu kampanya dahilinde her bir konuk öpmesinin bin dolar gibi bir getirisi olduğundan bahsetti. Bu bölüme de "I kissed a guest" adı verilmiş. Ben de bunu düşünerek I kissed a girl adlı şarkıda Ellen'ı düşündüm bir müddet. Aynı günün akşamı Mulholland Drive'ı izledim ve ardından film üzerine uzunca bir araştırma yaptım. Oyuncu isimlerini de yazardım ama unuttum tabi ki:)
Sonuç olarak tüm günümü iki kadının cinsel ve günlük ilişkisini düşünerek geçirdim.

Gece yatarken de aklımda bunlar vardı ve ruyamda bir kızla öpüştüğümü gördüm. Bu esnada arkada I kissed a girl çalıyordu. Aklımdan da oha hakketen kızla öpüşmek güzelmiş lafları geçiyordu. Aynı zamanda filmde gülüp duran bilinç altı ögeleri her yandan gülüyordu. Enteresan bir ruya idi. Sonra kendimi sorguladım acaba kadın cinsine karşı ilgim mi var diye. Yokmuş.
Bilinçaltım bence çok etkilenmiş.

Etrafımda böyle ruyasında lezbiyen ilişki yaşayan var mı diye küçük çapta bir araştırma yaptım. Sorduğum 3 kişiden 5i yaşamış. Meğersem herkes gizliyormuş. Ben de leeen dün ruyamda noldu biliyo musun diye anlatıp durmuştum oysa ki.

Ben ince laftan sözden pek anlamıyorum. Eğer homoseksüel olan arkadaşlara dokunur bi yanı olduysa içimde hiç kötü niyet yok bilesiniz.

Ama şunu merak ediyorum ki acaba heteroseksüel erkekler ruyalarında hiç homoseksüel ilişki yaşıyor mu? Bunun sadece bilinçaltıyla alakalı olduğunu söylemek doğru mu?

Bu konuda benim şahsi fikri de arzulamakla ilgili. Eğer günlük hayatta bir kadını arzulamıyorsam ya da bir erkek başka bir erkeği bundan söz edilemez. Bunu bir de homoseksüellere sormak gerek sanırım.

Şimdilik hoşçakalınız efendim.


Peki ya siz ...

resim: deviantart