24 Aralık 2011

vigi vik viiigi vik vik viiii vigi vik viiigiii vonk vonk vonk





Geçen gece uyumadan önce müzik dinleyim dedim. Müzik çalarımı aldım tüm şarkıları karıştır yaptım ve 20 dakikaya uyku süresini de kurup gözlerimi kapattım. Şansıma nasıl güzel şarkılar geliyor art arda... Sakin, huzurlu tam uykuya dalacağım kiiii na bu şarkı çalmaya başladı:D 
Obaareeeyt dedim, noluyo uleeen dedim vig vik vvviiiiii diye bi ses. Ardından gelen vonk vonk vonk sesine taktım osurukla ördek viyağı arası bi ses. Sonra inatla vonk vonk vonk sesini duymak için tüm şarkıyı dinledim. Her dörtlükten sonra tek olarak osurtmuşlar bi de. O sesi üreten nasıl bir müzik aleti olabilir diye düşünerek uykuya daldım. Rüyamda Okan Bayülgen' i ptt çalışanı olarak gördüm. 


İşte böyle sevgili dostlar...


Haa bu arada bu  şarkıda  hangi enstrümanlar kullanılmış de bakem hele:)

19 Aralık 2011

Ayakkabıdan ayaklarını çıkarıp havalandırma tekniği uygulayan teyzeler üzerine

Havanın kapalıyla açık arası olduğu günlerde ayakkabı seçmek çok zor. Spor ayakkabı giysen aklında 'ya yağmur yağarsa' düşüncesi, bot giysen 'ay piştim' derdi. 


Bugün de Antalya' da öyle bir hava vardı. Böyle günlerde genelde Antalya'da bot, çizme tercih edilir çünkü yağmuru fenadır. Bi başladı mı boşalır artık şakır şakır. 

Bilmem dikkat ettiniz mi bir grup teyze var ve bu teyzeler hava nasıl olursa olsun aynı tip ayakkabı giyiyorlar. O teyzeyi al Hakkari'ye götür kış günü yine aynı ayakkabıyı giyer o derece. Yağmur da yağsa yaz günü de olsa aynı ayakkabı o da şuna benzer bir şey; 


KAHVE

Kışları bazen şuna dönebiliyor fakat; 

FINDIK-LACİ-MAVİ

Benim asıl söyleyeceğim şey şu ki, bu teyzeler uygun gördükleri tüm ortamlarda ayakkabılarını çıkarıp ayaklarını havalandırma eğilimindedirler. Ya da popo altı yapıp oturuverirler. Yani bir parkta olsun, bir bankta olsun otursunlar ya da bir bekleme anında, herhangi bir yerde uygun bir an bulsunlar  ayaklar hemen çıkar o ayakkabıdan. tamamen çıkmasa da topuklar bi yukarı kalkar hafiften. 
Bugün hastaneye gittim, bi baktım röntgen sırasında 5000 yaşlı teyze 3000inin ayağından bu ayakkabı 2900 ünün ayaklar dışarıda. Allahım dedim, n'oluyoruz dedim, bu nasıl bi ortam dedim. 

Her yerde ayak seviyesine kadar sıyrılmış kalın, ten rengi çorap (bildin onu di mi) ve ayak görüntüsü vardı o an. 


(Bu renk tam olarak)

Ben de durur muyum yapıştırdım cevabı, yok öyle olmadı durur muyum çektim hemen bi kare sonra flaş patladı herkes bana baktı. Yanımda oturan amcayla bi müddet gülüşüp dağıldık.
Bu da o fotoğraf:


Fotoğrafı sıramın gelmiş olması dolayısıyla iyi çekemediğim kesin fakat üç kişilik bir grup için %100 başarı var ortada :)

17 Aralık 2011

derdim vardı bana kadar, şimdi oldu dize kadar



"Kim o" sorusuna "ben" diye cevap vermek kadar saçma bir hayat yaşıyorum bu aralar.

Bundan mütevellit "nabıyosun" sorusuna "hiç" diyebilirim. Benim için dinleme odaklı bir dönem anlayacağın. Haberler sende. Bende bi b.k yok, aynı terane. 

O değil de bi hocam fena halde sincaba benziyo onu nabıcaz?

15 Aralık 2011

Delik çoraplı anı


Çorap dediğin şey önemlidir . Son dakika gidilen evlerde size küçük sürprizler hazırlarlar. Ufak bir baş parmağı deliği, erimiş bir topuk tasvip edilesi değildir. İstediğin kadar saklamaya çalış, eğil bükül, cıks olmaz. bunlar zaten herkes tarafından bilinen ve onaylanmış gerçeklerdir. 

Ben çorapları çok severim. Koca bir hurç dolusu çorabım vardır bu yüzden. Ama bu kadar renk çeşidi doğada yok; öyle saçma renkler, desenler aklına ne kadar saçma şey geliyorsa hepsi bende. O yeşiller, turuncular, morlar falan uhuuuu...Ayakkabıyı çıkarınca yersiz bir renk cümbüşü... 

Şimdik bunları size söyledim ki bollukta yokluk nasıl olur görün diye. 

Efendim şimdi bende çorap çok, her gittiğim yerde eğlenceli çoraplarımla neşe kaynağı oluyorum falan ama gelin görün ki bundan 4-5 sene evvel bir ayakkabım var -konvers ve topuk kısmı dağılınca içi çorap deliyo çok pis.- ve tüm çoraplarımın topuğunu deliyor bu da. Ayakkabıyı da çok seviyorum ama çoraplarımı ona yar etmek de istemiyorum. Böyle boktan bir durum var ortada. Ben de bi çözüm buldum, topuğu hali hazırda delinmiş çoraplarımla giyiyorum dışarı çıkarken. Arkasına da yara bandı yapıştırıyorum. Harika bi çözüm gibi geliyo tabi bu olay bana. 
Eve de gitmem, gidersem de samimi olduklarıma giderim zaten çat kapı bi şeycik de olmaz onlarda diye aşırı olumlu düşüncelere de sahibim. 

O aralar da bende müthiş bir hat merakı oluştu. Hat kursuna gidicem ben diye dolanıyorum etrafta. Çok samimi olmadığım ama az buçuk sohbetimin olduğu bir arkadaşım da dedi ki ; ben ney üflemek için kursa gidiyorum, orda hat da öğretiyorlar  sen de gel beraberce gidelim hem de konuşalım. Tamam dedim ben de. En deliğinden çorabımı ayağıma geçirerek düştüm yollara. Aynı zamanda kısa paçalı pantolon giydim. Neler olacağını tahmin ediyorsunuzdur herhalde. Ben yine de devam ediyorum.

Bu arkadaşım aldı beni götürdü bir külliyeye. Meğersem kurs dediği külliyedeymiş. Osmanlı zamanından kalma teeee. Ney hocası dediği de bildiğin dede. Bu gideceğimiz yere de tabii ki ayakkabıyla girilmiyor. Orda neler hissettiğimi bilemezsin. Girmesek mi diyorum, girmesem olmaz, girsem benim çorabın üçte biri yok. Çorabı hepten çıkarsam kış günü sokak çocuğu misali, terlik baksam terlik yok, rezaletin en önünde ben varım o anda. 
En son karar verdim; bossa kızım sanki o ayaklar en cillop çorabın içinde, senin ayaklar fora değil her şey normal gibi topla kendini dal içeri. Ayakkabıyı çıkardım ama beni görmen lazım orda öyle bi öz güven yok daha dünya üzerinde, dedeyle sohbetler, ney dinletisine katılmalar, hocalarla konuşmalar, ayakta delik çorap falan. o günü nasıl atlattım o kadar kendimden emin bilemiyorum. 
Oysa, o esnada kimse yok mu derneğinden bir ekip gelip beni yardıma boğabilirdi. 

Oradan çıktıktan sonra her şey yoluna girmeyecekti elbet. Belki dedeyi görmezdim ama o çocukla hep yüz yüze olacaktım ve o da beni görünce delik çorabımı hatırlayacaktı. Elimden gelenin en iyisini yapıp ayakkabıyı bir daha giymedim ve şehri terk ettim. 

Hat dersi almadım ve o çocuğu bir daha görmedim.

Sonuç olarak bossa nova der ki ; delik çorap giyme. Çok pis oluyo. 

Öberin



12 Aralık 2011

Ben senin atanma ihtimalini sevdim!



Hayatım boyunca matematikle aram 'muhteşem' olmamıştır. 
Ders programında var olan sıkıcı konular, yersiz işlem kalabalığı tez canlılığımla baş edebileceğim şeyler değil zaten. Şimdi ben az buçuk bir yaş almış, ortalama 7-8 yıldır matematik dersiyle yakından uzaktan alakası olmamış biri olarak oturmuş ekok, ebob çalışıyorum. 

Parçadan bütüne, bütünden parçaya diye bir mantık olduğunu bile yeni öğrendim o derece alakam yok konuyla. Bunun yanında hiç mi hiç geometri dersi görmemiş - ya da görüp hatırlamayan- biri olarak, açıortay- kenarortay bağıntıları gibi konularda akıl yürütmeye çalışıyorum. 

Bunlar zor işler azizim. 
İnsan kendini bilecek dediğinizi duyar gibiyim, olsun naabalım. 

Hoca tahtaya çıkıp da soruları böyle şakır şakır çözüyo ya o an ben kopmuş oluyorum zaten ortamdan. Allam diyorum ya bu nasıl bir şey adam tutmuş iç açıortaydan bir doğru indiriyo, dışaçıortay buluyo ordan ,30-60-90 dan hop 45-45-90 karşısı kök iki gibi bana uzak bir dilden konuşuyo ben de oturmuş onu dinliyorum. Sen yıllar yılı geometri görme, alanının köşesine dokunmasın yıllar sonra otur işini yapabilmek için geometri teoremleri öğren. Size göre kolay olabilir ama bana zor geliyo lan.

Matematik kadar şaşırtmacalı, arkandan nah çeken ders gördün mü sen? Hiç ummadığın yerden darbeleri de en çok ondan yedin değil mi? Kaç farklı değer alır sorularında hep eksik şıkkı işaretledin. Çünkü hep işin içinde bir hinlik, adilik vardı. Hatta soru çok kolay diye bile işkillendirdi seni, çünkü hiçbir matematik sorusu masum olamazdı, çünkü her matematik sorusu biraz sinsiydi. 

Mutlak değer, sen de çok adisin. Uzunlukmuşsun, yıllarca gizledin bunu. Senin uzunluk belirttiğini de yeni öğrendim. Ondan negatif olmuyomuşsun. Ama yine de çözemiyorum seni; içine mi kapanıksın, yanar dönerli misin, bilmem ki nesin! 

Ama şunu biliyorum; matematik sen benim hiçbir şeyimsin! 

Umarım hayatımdan çıkıp gidersin artık ve ben de senin arkandan koca bir nah çekerim. 

Evimin bahçe kenarlarına ağaç dikerken köşelere dikmem, ebobun a.q der, ahahahaahhaaaaa diye gülerim.

Ve en önemlisi, fuck the factorial.

Go fuck yourself.

Bastard!

!

08 Aralık 2011

Dürtülmekten nefret ederim





Kimi insanlar konuşurken elle temastan hoşlanırlar. Anlattıkları konu ne olursa olsun ara ara dizinize dokunurlar mesela ya da kolunuzdan tutarlar. Bu insanlarla konuşmak benim için bir eziyet, sinir ve de stres kaynağıdır.


Konuşurken çok fazla jest ve mimik kullanan biri olarak temastan hoşlanmıyorum. Açıklamalarımı birilerinin bir yerlerine dokunmadan, gayet insani bir iletişim içerisinde yapabiliyorum. Onu bunu geçtim bir şeyler anlatırken milletin g.tünü başını niye elleyem durduk yere. 


Ha karşımdaki konuşurken de bana dokunmasın mümkünse. Özellikle dürtülmek canımı sıkar, beni gerer heeeeeyt yeter be dürttüğün,çürütmeye yeminli misin, diyecek dereceye getirir. Konuşurken karşındaki sürekli 'hıhı, evet, hıı, evet, hıhı, hmmm' gibi sesler çıkardığında nasıl kendini toparlayamazsın, bi sinir içine girersin öyle oluyorum işte biri beni dürte dürte bi şey anlatınca. Özellikle yan yana oturduğum kişi eğe dizime dizime şey ediyorsa. Sanki şuan yaşıyorum bak; öyle sinirlendim.


Aynı durumu bir de yakın mesafeden konuşan insanlarda yaşıyorum. Özel alan diye tabir edilen 30-35 cm yi bırak, kimisi 15 cm den konuşuyor. Ben böyle insanlardan kaçarken boyun fıtığı olmuşum meğersem.


Çok samimi olmadığım insanlarla gereksiz 'öpüşme' faslı da beni geren konulardan biri. Hiç hoşlanmıyorum böyle yanağı yanağıma değsin yalandan. Ne gerek var ki? Samimi olduğuma sarılırım, az tanışıklıkta el sıkarım. Yanak uzatınca mecburi bir temas pfffss. Bundan dolayı 'mesafeli' bulunduğum olmuştur. Bi kere demek ki mesafemi korumak istiyorum; eline beline sarılıp öpem mi yani herkesi. 


Bi ton mikrop var hem etrafta diye ekstra bahaneler de bulabilirim bunun için. Ayrıca Öpüşüp durmak iyi bi şey değil inanın bana.


Mesafe iyidir. Mesafenizi koruyun.


Sağlıklı yaşam, sağlıklı iletişim derneği başkanı bossa nova


Öbdüm.(yalandan söylemesi, yalandan eyleminden güzeldir.)

06 Aralık 2011

Bebek giydirme vs. Şebnem bebek

Clipart Illustration of Little Girl Standing On An Email Symbol


Üç yaşındaki yeğenim, teknolojinin gelişmesiyle çok fena kelimeler barındırıyor kelime dağarcığında. 
Mesela oyun için;


Daha yüklenmedi.
Entıra bas.
Çubuğun dolmasını beklicez anneanne.
Oyun dondu.
Barbie boyama oynamak istiyorum.
Tırnak boyama oyunu çok yavaş.
İnternet mi bozulmuş?
Şifreli mi burası?
vs.
gibi cümleler işte.


Hepsini ama hepsini geçiyorum da acaba ben ilk olarak ne zaman 'yüklenmedi' gibi bir kelime söyledim. Ya da oyun 'donduğundan' sinirlendim.


Bizim zamanımızda gazete Şebnem bebek verirdi de deli gibi sevinirdik. Sabahın erken saatinde gazete tükenmeden alalım diye saat kurardık. Biz de onu giydirirdik; makasla keser ufuynan yabıştırırdık. Farklı kıyafetlerden koleksiyon yapardık hatta. Şimdi bizimki mouse'un ucuyla eteği tutamadı diye atar yapıyor. 


Nasıl bir sabırsa gazeteden perili ev maketi alıp - kartondan- koskoca köşk yaptığımı bilirim ben yaa ya, bir haftada bittiydi. Perili ev bi de böyle ince ince hayaletleri kes, oymalı kakmalı pencereleri kırma, yok sağı koptuydu yok solu kıvrıldıydı falan... 


Şimdiki çocuklar çok fena azizim çok...


Bir gün 'dünyaya nasıl geldim' diye sorarsa 'biri seni bize meyil attı' diyebilirim sanırım. 


Ayrıca şunu söyledim mi bilmiyorum ama yeğenim bana ismimle hitap ediyor. Teyze demiyor asla. Aslında benim onun teyzesi olduğumu biliyor, yani bir akraba olarak 'teyze' olduğumdan haberdar. Bir gün otururken bana;
Ben sana bundan sonra teyze demeye karar verdim dedi. Ben de tamam 'teyzem' dedim. Fakat sadece o gün bana teyze dedi. Şimdi yine peşimde dolanıyor, adımla sesleniyor ve hatta sonuna -cim ekliyor. 


Ben de bu sefer tamam 'teyzecim' diyorum ve telefonumdaki brick breaker oyununda geçemediğim level'ı geçmesini izliyorum.

05 Aralık 2011

Çağımızın hastalığı: Hastalıktan bahsetme hastalığı




Sürekli olarak hastalıklarından bahseden bir grup var. Bunlar genelde orta yaş üstü, ilk yaşlılıkla ileri yaşlılığı kapsayan bir grup. Fakat kimileri bu duruma daha genç yaşlarda başlıyor. O grup da 'yalnızlık' çeken kimselerden oluşuyor.Bildiğim bir şey var ki o da  karşımdakinin ağrı yerlerini bilmek, günde kaç ilaç aldığını bilmek beni bir adım ileri götürmüyor. 
Dün otobüs beklerken bi teyze gözünde katarakt olduğundan bahsedip benden otobüs numarasını onun adına takip etmemi istedi, ben de tabii teyze dedim ve aynı otobüse bindik. Şoför, teyzeye biraz geriye doğru ilerlemesini söyledi ve teyze şöyle bir cevap verdi "benim tansiyonum var." 
Teyze başım döner falan demek istedi herhalde diye düşünüyorum. Ama tanıdığım süreçten beri duyduğum beş cümlenin ikisi net hastalık üçü hastalığın sonuçlarıyla ilgiliydi.


İkinci örneğim yine orta yaşın üstünde bir kadından gelecek; kendisi marketten biraz alış veriş yapmış ve yardım istiyor; kızım benim şu poşetlerden ikisini alır mısın ben hepsini taşıyamayacağım "şeker hastasıyım" ben. Peki teyze taşırım fakat şeker hastalığın olduğu için değil, yardım istediğin için. Şeker hastası olduğun için ancak yemene içmene dikkat etmeni tavsiye edebilirim. 


Üçücüsü en net, en çok diyalog kurduğum bir kişi olmasından. Kendisi sürekli astımından yakınan aslında tüm problemin kendi yalnızlığı olduğunun farkına varamayan biri. Tüm neden psikolojik aplaaaa. 


Şimdi bu kadıncağız başta psikolojik olarak sağlıklı değil çünkü her gün çamaşır makinesi çalıştırmakta, her gün temizlik yapmakta ve kendisini olmadığı biri sanmakta. Şöyle açıklayayım; ben hayırsever olarak bir kurumda çalışıyorum diyor mesela; fakat orada temizlik yapıyor onda da eğer çağırırlarsa. Çünkü ben hiç işe gittiğini görmedim kendisinin. Bunun yanında bir de alerjik astımını abartarak ölüyorum moduna girdi. Ben de nefes darlığı yaşayan biri olarak az buçuk durumunu biliyorum. Hatta insanın sevgilisi alerjik astım olunca tam olarak biliyor. Krize girmediğin sürece, ilaçlarını da düzenli alıyorsan her şey yolunda. Fakat bu kişi 'nefesim burda burda' diye sürekli böğrünü gösterip, sırtının yandığını anlatıp duruyor. Bu konu burada ne kaaaar sıkıcıysa yaşaması 15 kat sıkıcı. Sürekli ben astım hastasıyım ablam merdiven çıkamıyorum deyip duran, sürekli yakınıp duran biri.


Psikologa danış dedim en son. Psikiyatriste gitmiş ilaç vermiş. O da nefesini kesmiş, psikiyatrist de zaten bi şey bilmiyormuş. Psikologa git dedim, ay ablam benim vaktim mi var dedi. açıklamaya çalıştım, en sonunda koyverdim gitti. 


Bence yalnızlığından konu üretme sıkıntısı çekiyordu ve o astımıyla mutluydu. Pencereden bağırıyor komşusuna 'doktora gitcem hülya, iliacım bitti bak nefes yine buraya çıktı' yataktan düşünüyorum: kesin böğrüne böğrüne tuzluk yapıpı vuruyor.



03 Aralık 2011

Meliba ben nefes alıyorum tozumu almayabilirsiniz




Uzun zamandır asosyal biri olarak evden işe işten eve dersten derse modunda dolanmaktaydım. Fakat bu hafta içi bir patlama yaşayarak tamı tamına 2 (iki) kez dışarı çıktım. Allah'ım ne kadar da sosyalim dedim. Bünyem böyle bir değişikliği kaldıramadı. Bir kaç yatıştırıcı aldım. Hemen bir psikologdan randevu ayarlayıp sosyalleşmenin bünyemde yarattığı etkiler üzerine konuşalım dedim. Tamam ama hazırlıklı ol fizyolojik olarak da etkilenebilirsin dedi. 3 saat boyunca istifra ettim. 5kilo verdim ve vücudumda kırmızı lekeler oluştu. 
Sosyallikten ölüyor muydum yoksa? Dışarı çıkmak,sosyalleşmek ne unutmuş olan zihnim eski günlerden bir kaç iz bularak aşırı reaksiyon göstermişti. Mutlu muydum, yoksa garipsiyor muydum bu durumu. En son odamın şeklini değiştirdiğimde bu kadar reaksiyon göstermiştim. Sanırım insanca yaşamak bana biraz tersti. Ben ki monoton hayatın sıkıcı insanı, evde arada bir aynı yerde durmaktan eşya sanılan ve tozu alınan bir varlık, nasıl olur da sosyalleşirdim tam 3 ay sonra. Ama olmuştu bir kere. Artık zincirlerimi kırmıştım ve o soruyu sormanun vakti gelmişti; 

yarın nabıyoz hacı?

02 Aralık 2011

Asansörde gelin bakan teyzeler grubu



Oturduğum apartman çok katlı yüksek bir bina ve nasıl bir yerse artık her saat yaşayan bir yer. Şöyle söyleyem size özellikle yaz aylarında asansöre beklemeden bindiğimi hatırlamıyorum. Ya da abidik gubidik uçak saatlerinde 5 te evden çıkıcaz mesela biriyle karşılaşıyoruz, öyle bir yer.

Şimdik ben de bu sene meğmur olmak için dershaneye gidiyorum ve sürekli bi koşturma içindeyim. Dersten eve, evden özel derse ordan oraya derken derken bazenleri yeter artık huleyyn diyerek eşofmanları çekiyorum mis gibi. İşte bir gün ben yine en spor halimle asansör bekliyorum, sırtımda da sırt çantam var. O esnada iki hanım teyze yanıma geldi ve biri direkt olarak

-Ay gızıııım dershanaeden mi geliyon allah zihin açıklığı versin. dedi
Ben de
-Sağol teyze, dedim.
-Hangi dershaneye gidiyon sen?
_hedehüdehönplöbö
-hııııı, ben hiç duymadım orayı.
-kpss dershanesi ondandır belki.

(asansör bu arada tüm katları toplayarak iniyor, bekle bekle gelmiyor)

-(aşırı şaşkın öyle böyle değil, çok şaşkın) Mezun musun seeen?
-evet.
-aaa ben seni üniversiteye gidicen sandıydım.Ne bitirdin?
-İngilizce öğretmenliği.
-Görüyo musun Kamuran çocuklar nelerle uğraşıyo, mezun ol sonra...................................
...........................................
........................................... Söz, nişan bi şey var mı?
Yuh yani teyze, önce sen beni liseli san, sonra dön dolaş oğluna beğen. Seni kınıyorum. Çok fena hem de. Ayrııca o noktaların arasında bi yerde. ' E gızım sen çok ufak duruyosun, seni dinler mi öğrenciler' dediğin için de seni kınıyorum. Çok fena kalbimi kırdın. Üzüldüm eve geldim de. Öğrenciler beni dinler tabi tamam mı, dinlerler bi kere ühüüüü:(

Ayrıca apartmanlara kaydıraklı sistem istiyorum.

01 Aralık 2011

Aklıma kot geldi sonra oje, alışveriş ve çanta bi bakmışım uykum yok


Şu hayatta bir tam istediğim gibi dar paça lacivert kotu bir de her ayakkabıyla olur bu 'çanta'sını bulabilmiş değilim.

Alışveriş tutkunu değilimdir ama bir yıl önce gelecek senenin modasını rivayet etmemle tanınırım. Ben bu sene kırmızı dersem seneye moda olur mesela. Şimdi dolabıma baktım geçmişte aldığım, aldığımda moda olmayan bordo pantolonumu hem  ucuza kapatmış hem de bugün için çok TRENDY bi görünüm yakalama şansı edinmişim. 
Beni gidi beni.

Satın aldığım bir ürüne mutlaka aradan zaman geçtikten sonra bir şey olur, incelemeye gider ve ben yenisiyle değiştiririm -farklı bir tanesiyle. Böylece alış veriş yapmama gerek kalmıyor. Son deneyimim aldığım çantayı 4 ay kullandım hasırları kopuk kopuk oldu, incelendi ve yarın gidip farklı bi model almam uygun bulundu umarım güzel bi şey bulabilirim. İşin kötü tarafı da bu. Ne kadar da sevmiştim oysa:(

Yeşil ojeyi çıkardıktan sonra tırnakların böyle çirkin bi renk alıyor morarmış gibicesine. Ölmüşsün de eline bakıyormuşsun falan gibi. Bir de kırmızı ojeyi çıkardıktan sonra kenara bulaşması beni deli ediyor. Bu sefer de vişne çekirdeği çıkarmışsın gibi bi hal alıyor.

Çocuk gömleği giyiyorum ben. Bi tane 5-6 yaş erkek gömleğim var. Yeşilli morlu  oduncu gömleği. Çok seviyorum lan. Evim gibi böyle.

Ankara'da soğuktan çizme giyemezdim sıcak tutmuyor diye Antalya'da güneşten giyemiyorum iyi mi? İyi.

Kızlar evde hepiniz elbise denemeleri yapıp dışarı çıkarken pantolon giyiyorsunuz di mi?

Çok çay seven bünyemin limiti 5 kupaymış. Uyku sınırım oymuş. O da uyutmuyormuş.

Kahve sadece yaşlılarda çarpıntı yapmıyor. 

Mor yatak örtüsü lazım.

Sevgiler.