29 Kasım 2012

Tarhana şifadır

Tarhana çorbasının anne kucağı gibi bir his vermesi üzerine düşündüm.
Neden dedim, neden bu çorba?
Sonuçta ezogelinimiz de var, mercimeğimiz de, domatesimiz de.
Ama tarhana tüm bunlardan çok farklı.
Çünkü tarhanayı annen zorla bavuluna koyar. İçersin bak, kış da geldi sıcak sıcak hemen oluverir der.
Nitekim öyle de olur. Sıcacık, şifa niyetine.
Seviyorum ki.
Annemi de tarhanayı da.
Sanki tarhana ve annem varken hiçbir kötülük olamazmış gibi.

24 Kasım 2012

Biraz daha çay?


İnsanların içlerinden geçen her şeyi birileriyle paylaşmadığı aşikar. Fakat biliyoruz ki insan her şeyi içine atarsa kafayı yer. Öyle bir hisle doluyorsun ki bazen; anlatacak hiçbir şeyin yok fakat içinde yaşadığın duygular çok yoğun. Yazdıkların, konuştukların her şey sığ kalıyor o noktada. 
İşte böyle zamanlarda ilgin, insanlardan, paylaşımdan, konuşma isteğinden farklı şeylere kayıyor. Tek başına kafanı dağıtmak istiyorsun mesela ama biliyorsun ki aslında öyle ahım şahım problemlerin de yok. Ama kafan dolu. Kendin bile bu saçmalığı anlayamıyorsun. Çoğu zaman yalnızlıkta kaynaklandığını düşündüğüm bir bunalım hali. Ne film izlemek ne de kitap okumak tatmin ediyor seni bir zaman sonra. İşte hallerden böyle bir hal içindeyken neden sigara ve alkole eğilimin başladığını kestirmek çok da zor değil.

İçinden çıkamadığın bu durum, dile gelmeyecek bir yoğunluk olduğundan bir objede gideriyosun bu ihtiyacı. Nasıl ki bir insan seni dinlerken tepki verir; karşındaki nesne de sana bir tepki versin istiyorsun ki yalnız olmadığını anlayasın. Sigara; boğazını yakıyor, içine akıyor ve sanki ciğerinden bir şeyler söküp alıyor. Seni saçma bir şekilde rahatlatıyor. Bir kadeh içki; başını döndürüyor, beynini uyuşturuyor, ağlatıyor, güldürüyor sana biraz hükmediyor ama sonuçta kendini hissettiriyor. 






Kendimi sorguluyorum bu noktada. Ben n'apıyorum diyorum; böyle bir durumdayken. yanıma bir demlik çay alıyorum. Müziği açıyorum. Beynim beynime hükmediyor. Çay içiyorum, çay soğuyor ve ben 'hacı çayı ısıtsana yea' diyecek biri olmadığı gerçeğiyle yüzleşiyorum. Boksun diyorum. Yalnızsın işte. O kadar. Aha bu demlik, bu da senin sıfatın işte onun üzerinde yamulan. İstediğini yap, istediğini düşün gerçek neyse o. İşte böyle durumlarda realist kişiliğimin ekmeğini yiyorum. Bu da can acıtıcı bir durum bazen. Çünkü annen, baban bile bir zaman sonra sana hiçbir konuda destek olma ihtiyacı duymuyor. "O zaten tüm ihtimalleri gözden geçirip kendi içinde çözer" insanı olmak da zor. Ondan sonra bir şeye azıcık üzülecek olsan "sen güçlü birisin, neden böyle yapıyosun ki şimdi" ye gidiyor olay. 
 
Geçen sene bu zamanlarda ailemin yanında aşırı buhranlı bir dönem geçirdiydim de ağlayamadıydım bile pöyküre pöyküre. Bırak pöykürmeyi gözlerim dolsa hemen zayıflık olarak nitelendiriliyordu durumum. Depresyonun içinde patlaması işte öyle böyle değil çok fena bir şey. Halini anlatacak gücün bile olmuyor ve herkes bunu mantıksal çerçevede çözmeni bekliyor senden. Gerçeklerle yüzleşmem yine de uzun sürmemişti. Her şeyin farkında olmam içimin içinin içine kadar yemesine engel olmasa da bir şekilde kurtulmuştum. 

 

Bu durumda sigara ve alkole sarılmak benim için asıl zayıflık olurdu sanırım. Çünkü beynimle beynime hükmedemediğim noktada akıl ve mantığa değer veren biri için duygusal sürüklenmeler asıl zayıflık olurdu. 

Anlam veremediğim bir nokta var fakat. O kadar duygusal bir insanım ki, o kadar kırılganım hem de ama iş karar almaya gelince en zayıf noktam -sevgilim- haricinde her şey ama her şeyde duygularımdan sıyrılıp salt beyin haline geliyorum. En mantıklısı bu deyip bir çırpıda her şeyi silebiliyorum. Kafamda yakarım yıkarım ama biterse biter. Böyle de netim. 

İşte diyeceğim o ki; yanımda demlik, bir bardak çay -soğuk- ben de bunları yazıyorum be blog. Tek derdim zamanla. Ve bunu çözemiyorum. Zamanı hızlandırmak istiyorum. Ne duygularım, ne aklımın hükmü geçmiyor bu kez. Aciz hissediyorum. Sabretmekten başka çarem yok.

12 Kasım 2012

Fikrimden zıplamalar her an atabilirem



Lens kullananlar bir araya gelsek, askerlik anılarıyla yarışır hikayeler elde ederiz diye düşünüyorum.

"Öğrenci tehdit cümlelerim ve yaratıcılığın zorlanması" adlı bir eser hazırlamayı planlıyorum. Komikli şakalı olacak.

Kışlarıçokçorapdeğiştirenlerspor olarak genel mottomuzu belirledik "önce çok ısınıyo, sonra da üşüyo" 

Kalk ötüğü: 5.15
ders başlasın ötüğü: 6.30 
-enerji level 5 to 0 - 
eve gidebilirsiniz ötüğü: 11.05 
annemi arıyorum saat 11.15 'günaydın kızım' 'anne ben eve gidiyom yeaaaa, gün benim için bitti' haykırışı. 
12.00 eve geliş; öğle yemeği, istiklal marşı, kapanış. 

Bir insan için günün 12.00 de bitmesi cidden çok fena...

Öğretmenim o 28'i ben almadım; sen vermişsin, diyen öğrencimle ciddi bir kavgaya tutuştuk. Dövüşüp anlaştık. Şaka lan. Öpüşüp koklaştık da diyemem ama kızıp, bağrıştık diyebilirim.

Geçenlerde bi öğrencim beni öldürmekle tehdit etti. Hala yaşıyorum sanırım beni öldürmeye değer görmedi. 

Çanta değiştirirken mutlak suretle diğerinde bir şeyler unuturum. En kötü ihtimalle peçete olur. İlk çantada hiç kullanılmamış olan bir cep kağıt mendil öbeği, diğer çantaya taşındığım gün lazım olur. 

Kullandığım kokuyu değiştirmeyi çok sevmiyorum. Bu kış yine yılların klasiği kokuma dönmüş bulunmaktayım. Yılların derken cidden yıllar. Kesintili 8 yıl. Obaaa yaşlandım mı ki acaba...

Sineklerin salaklaştığı bir mevsim geçişi dönemi var. O ara hantal ve salaklar. Fark ettiniz mi?

Bilgisayarımı açtığımda skype'ın beni içine çekercesine karşılaması cidden seksi. Woaaaaağğğp!

MEB'de okullardan neredeyse gerekli hiçbir internet sitesine erişim olmadığını biliyor muydunuz?

Geçen gün eve geliyorum; akşam son otobüse bindim. Hiç alkol kokusu yok. Dikmen minibüsü geldi aklıma; son minibüsün kesif alkol kokusu. (selam ben elif şafak)

Burun akıntısını dindirmeyen iç çekişler... İç çekişler neyi dindirir ki...

Ergenliğe yeni giren öğrencilerim bana bir şekilde özellikle 'otuz bir' dedirtmeye çalışıyorlar. Hocam sayfa kaç? 'thirty one' 'kaaaaç?' 'thirty one' hocam aralık kaç çekiyoooo? 'thirty one' Allam iy ki İngilizce öğretmeniyim. Ama neden öğrencilerim bu kadar saçma!

Yorganı kulağına kadar çekip, etrafına dolamak suretiyle sarılanlardanım. Yalnız yattığım pek mi bi belli?

İsmini sevenler olarak toplansak hiçbir şey yapmadan dağılırız.

Bok mu var da yapıyosun gibi bir soruda sizce de bi bokluk yok mu? Bok olsa yapmam ben şahsen.

'Binek otomobil' lafını güzellemek istiyorum. 

Beni şuraya atıver yavşaklığı.

Ve ta ta ta tam.

"Büyülendim ama büyüyemedim
Aklım ermedi aynalara ve suya
Yüzümü gösterip kalbimi neden
Sakladıklarını öğrenemedim
Şaşkınım, cahilim ben bu dünyada"


şiir: İmlasız- Ahmet Telli



17 Ekim 2012

Altının da düğünün de senin olsun bana sessizlik verin ühüü

Doğu illerinde düğün nasıl olur diye merak edenler, ay çok güzeel yhaaaa aşiret falan varmış orlardaaaa diye ağzını yayan, hayatı onlara ,doğu dizilerindeki yakışıklı aşiret ağaları misali yaşatacak birilerinin hayaliyle yaşayan genç hanımlar... Sözlerime kulak verin...

Bok gibi bi ortam var.


Evimin dibinde tam 3 saattir sadece bu müzikle halay çeken bir grup adam var. Zılgıtlar ve ahahahaayyyy gibi sesler eşliğinde yazıyorum bu yazımı.
Kültürler çok farklı lan. 
Eğer batıda büyümüş etmiş bi insansan buradan bir kadına gelin olduğunu düşünemiyorum. Korkutmak gibi olmasın kimseyi, çok fazla bu tarz evlilikler var tabii fakat cidden aradaki kültürel farkı göz önüne alınca daha geniş bakıyorsun olaya. 

Şimdi size enteresan bir kaç bilgi vereyim. Urfaliların %80i kapalı. Yani Urfa'da başı açık gördüklerin ya Urfalı değildir ya da yaşı ufaktır. Fakat örtünme de öyle inanç gereği gibi bi örtünme değil. Belli bir yaşa gelen örtünmek mecburiyetinde gibi düşün. Ve bu olay o kadar eğreti duruyor ki kimilerinde.. Mesela şöyle bi tarz düşün; daracık neon pembe pantolon, üzerinde kısa kollu mavi t-shirt ve baş kapalı. Tırnaklar ojeli  gibi. Garip bi tarz yani kimseyi yargılamıyorum ama bana saçma gelen olay şu o saç niye örtülü acaba? Ya da madem saç örtülü o kıyafet ne hacı? Şu olay da çok fazla mesela; kısa etek giymiş, ten çorap giymiş siyah, ama kapalı ? Her neyse işte bu geleneğin sonucu olsa gerek burada kadınlar düğünde açılıyorlar. Kına gecesi olayını varın siz düşünün. 
Kınada sadece kadınlar oluyor ve o kıyafetleri görmen lazım. Sanki kınaya değil gazinoya gitmişsin. Popo altı hizasında elbiseler, dekolteler, herkesin memeler fora... Yemin ederim meme ve bacak görmekten gece sonunda kadın görmek istemedim. Sağa dönüyorum başım bir çift meme arasında kayboluyo, her yerde altınlar vs. Altından elbisesi görünmeyen kadın vardı. Heralde atın giyip gelmişti. Kınanın en garibanı bendim. Biri acıyıp bişeyler takar mı acaba dedim ama kimse beni takmadı. Hiç seksi değildim o esnada ve bence yüz ifadem memnuniyetsiz bir müdüre gibi olduğundan kına gecesinin kötü, istenmeyen konuğu moduna giriş yapmıştım. 
Düğün olayına karışmak istemedim, borcamımızı alır geliriz sonra dedim. 
Düğünü düşünemiyorum ya, halay, halay yine halay ve tekrar halay eeeeeeeeeef :S

Baş ağrısı ve davul zurna sesi gerçekten ayrılmaz üçlü gibi. 

Sürekli evlenen birileri olduğunu da eklersek ve sokakta düğün salonu olduğunu da söylersem bana iyice acır mısınız acaba diye düşünüyorum. 

Aslında burda evlenip altınlarla kaçıcan ama vururlar be bacım...


30 Eylül 2012

Ne yapsam ne yapsam...




Lisedeyken teneffüslerde koridorlardan toplarlardı bizi haydi artık sınıflara falan diye. O zaman Allam derdim ne saçma iş yapıyor bunlar. Zaten gidicem senin demenle mi hoffff :S 

Fakat insan örtmen olunca çok değişiyormuş bilög. Zira artık nöbet tuttuğum okulumda en sinir olduğum öğrenci modeliymişim ben zamanında. Teneffüsten sonra sınıfa girmeyen, arkadaşlarıyla koridorlarda kakari kikiri yapan hanımkızlarmış meğersem en sinir olasılasıcalar. Sana öyle saçma 'görev' ler veriyorlar ki... Bunların darbe döneminden kaldığına eminim. NÖBET nedir ya hu... Hatta o kadar mühim ki sen nöbetteyken 35 sınıf ileride bir öğrenci bir diğerinin kafasına kırarsa tüm sorumluluk sende. Ne saçma, ne anlamsız... Bence bizim yaşadığımız en büyük problem öğrenciye kendi sorumluluğunu vermemek. Sorumluluğu başkalarında tutmak.

Aklımda her zaman şu fikir olmuştur benim; öğretmen sınıfa girdiğinde ayağa kalkmak, öğrenci için safi eziyetten başka bir şey değildir. Fakat öyle bir keşmekeşle karşılaşıyorsun ki zaman zaman resmen öğrencilerden 'hazır ol' da durmasını bekliyorsun. Stand up bakalım, be quite, good morning everybody, good morning madam, how are you today, fine thanks and you, fine thank you sit down please ritüelini yapmaktan kendimi alamıyorum. Şu 'good morning teacher' ın 'teacher' kısmını' madam' a çevirene kadar okulcak göbeğimizi çatlattık. 

Okulda boş bir sınıfa geçen sene gözümü dikmiştim dil sınıfı yapmak için. Bu sene gittim bir baktım; bırak boş sınıfı kütüphane bile sınıfa çevrilmiş. 

İnsanın en büyük hayal kırıklığı çabalarının karşılığını alamamak artık bundan eminim. Sınıftan çıktığımda içim çok rahat ayrılıyorum, yapabileceğimi yapıyorum, herkes o gün için sorduğum sorulara cevap verebilecek duruma geliyor. Fakat bu coğrafyada, tüm öğrencilerin okuldan sonra işe gidiyorsa, tekrar etme fırsatları ellerinde yoksa öğretmenlik hem zor hem de seni tatmin etmiyor be okur. 

Lan geçen dönem o kadar aktivite yaptık, o kadar materyallerle have got/ has got öğrettim çaktırmadan bu sene yok yok yok. Benim moral sıffır sıffır sıffır.

Ya ben çok duygusalım ya da gerçekten çabalarımın ve bu kadar yorulmamın karşılığında sayılı öğrenciden dönüt alabilmek direncimi kırıyor.

Kendimi sorgulamadan duramıyorum. Yeterli miyim, neyi eksik yapıyorum diye. Hadi ben böyleyim, hadi çok kötü bir öğretmenim neden peki tüm derslerdeki bu başarısızlığın sebebi?

Özgür bırakılmaya alışmamış öğrencileri kendi başlarına bıraktığınızda kafesten salınmış vahşi bir hayvana dönmeleri bizim suçumuz, gereksiz kafeslerin varlığı onları özgürleştiklerinde çılgına döndürüyor. Okul kapısını açık tutsan en fazla bir hafta sokaktan bahçeye girmezler. Fakat sen o kapıları hiç kapatmamış olsaydın eğer kimse bahçeden ayrılıp kuru sokağa çıkmazdı. Sen okulda kavga etmek yasak demeseydin, kavga bu kadar cazip olmazdı. 

Derste öğrenci sus pus olacak, herkes yerinde oturacak düşüncesinden tiksiniyorum. Dersimde öğrencilerimle yeri geldiğinde dans ediyoruz. Grup etkinlikleri yapıyoruz. Şimdi kim bana şunu söyleyebilir 10 yaşındaki bir çocuğa hiç alışkın olmadığı bir etkinlik yaptırırken nasıl sus diyebilirim, ne kadar öncesinde kurallar koyulmuş olsa da o heyecanı nasıl söndürmeye çalışabilirim! Sadece zamanla alışmasını bekleyebilirim.  

Ve en nefret ettiğim şey biz böyle etkinlikler yaparken bir öğretmenin gelip 'SINIFTA ÖĞRETMEN YOK SANDIM' demesi. O an suratımdaki tüm gülümsemeyle 'hayır hocam bakın etkinlik yapıyoruz' diye cevap veriyorum. Desene lan yiyosa g.t herif desene 'BİRAZ SESSİZ OLUN' diye! Döve döve aptallaştırdığın öğrenciler benim dersimde coşuyor, şımarıyor. Bırak çocuk özgür olsun; böyle böyle öğrenecek sessizce etkinliğe katılmayı. Alıştıkça durgunlaşacak coşkunluğu. 2 kez kudurur 3 kez kudurur 4. de nasıl davranacağını o da öğrenir.

Öğretmenlerden nefret ediyorum. Şuanda meb'de çalışıyor olmak beni çok yoruyor ve mutsuzum.

Şuraya oradan buradan aklıma geldikçe sıraladım. Ama her yeni gün bana şevk vereceğine beni mesleğimden soğutuyor. Yakında ayaklarım geri geri gidecek diye korkuyorum. 

Bir çok ataması yapılmamış öğretmenin benden nefret edeceğini düşünüyorum. İşe başlamışsın hala ne konuşuyorsun diyeceklerini düşünüyorum. Fakat genç öğretmenlerin bir çok 'çokyıllık' öğretmenden de boş olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. 

3 vakte kadar beni başka bir yerde görebilirsiniz.

Sadece düşünüyorum...
Ne yapsam ne yapsam... 

11 Eylül 2012

Ayva göbeğime gurbaney





Yüzüne Urfa vurmuş dedi.

Kim vurmuuuş? diye sordum.
Urfa Urfa, diye yineledi.
O ne demek ki şimdi dedim. Urfa'nın vurduğu yerde kebap biter benim bildiğim. Ayrıca kimsenin yüzüme vurduğu falan da yok. Yoksa Urfa sana iyi koymuş, ağzın burnun yamulmuş mu demek istedi diye düşündüm.
Güzelleşmişsin yani, dedi.
Bu cümleyi duyan her insan varlığı gibi ağzımı yaya yaya sağ ol, aslında bi şey de değişmedi ama, diyerek yarı alçak gönüllülük yaptım.

Uzattığı dürmükten büyük bir ısırık alarak kebabın tadını çıkardım.
Patlıcanlı kebap dediğin dünyadaki en büyük nimetlerden biri, diye geçirdim içimden. Bostanaya kaşık salladım ve göbeğime baktım.
O da nesiydi, giderek büyüyen bir çığ gibiydi. Şaka lan. O kadar da değil. Bir cm göbek vardı. Ama olsundu; bir Adriana Lima'nın vücuduna sahip olmak kolay değildi. Gerçi Adriana'yı getirsek o da o dürmüğü mideye indirmekten kaçınmazdı. Fakat bilirsin kimimiz elimizden yağları akıta akıta yemeyi tercih ederken kimileri "bıçak alabilir miyim lütfen" der.

Çok yiyince "pilates topu alalım" dedim sessizce ev arkadaşımın kulağına eğilip. Her yeni yetme kadının yapacağı ilk hareketi yapmıştım. Pilates topu alınca sanki göbek kendiliğinden gidiyordu. Para verdik, ayıp olmasın diye 1-2 gün üzerinde debelenip bir kenara atacaktım nasılsa. Ebru Şallı'nın nefes verişleri kulağımda çınladıkça terlemeye başladım birden. Tüm kaloriler kendiliğinden yanıyordu. Aman Allah'ım işte asıl yol buymuştu! Asıl düşünmem gereken o nefes veriş sesimiş! Birden 'EVREKA' diye bağırdım. 

Şükran teyze "kızım ne diysen, anlamadım. Dürmük mü istiysen" dedi. 
Derdimi anlatamazdım ona fakat bir dürmüğü daha mideme indirebilirdim. 

Not: pilates topu aldım, ayaklarımı uzatması iyi oluyor.

09 Eylül 2012

SALAK

İhtiyar salaklar da vardır, genç salaklar da

ihtiyarlar yalnız biraz daha akıllıdır.


30 Ağustos 2012

En sevdiğin sayı ne? 8243721 olabilir mi?

Cümlelerin hece sayısı takıntım var benim. Kurduğum cümlelerin kaç hece olduğunu sayma hastalığı da denebilir. 

Çift sayıları daha çok severim. Fakat tek sayıları söylemek daha çok hoşuma gider. Cümlelerim çift sayılı hecede olsun ama yaşım tek sayı olsun; çünkü söylemesi güzel. Ne kaaar dengesiz bir insan oğlusun ey seni kendini bilmez derseniz; amenna der, çömer Urfa usulu sigara tellendiririm. 

1 ler hep bir gün olur. Bir gün gelecekte umut dolu beklenilen bir şeyi de ifade edebilir, bir anıyı da . Bundan mütevellit hem yenidir hem eski. Birler sevilir her zaman. Kıymetli olur.

2 ler ders olur. Birlerden sonra tekrarlananlar gerçek deneyimlerdir bence. Örnekleyiverem; ikinci tiyatro gösterimleri genelde lanetlidir. Çünkü ilk oyunda kaygıyla aslında her şey güzel gider. Karışıklıklar bile bi şekilde alt edilir. İkincilerde bi rahatlama ve laylaylomluk olur ve hööööpsssdedenek çöküverir motivasyon. Öylesine geçer gider ve bu sefer bu rehavete kapılmamak için sana devamlı bir gaz gelir. La o ikinci oyun neydi öyle piiiiii, der  tam gaz devam edersin. Üniversitenin ikinci yılında ders bırakmaya en yakın olduğun dönemdir ayrıca. Aynı mantıkla.

3 kardeş güzeldir. Başbakanı onayladığımdan değil, Çin gibi olalım diye değil ama üç kardeş gerçekten çok güzel. Hele de iki ablan varsa. İşte ikincilerin arada kaynaması olayı üçte de gözlenebiliyor. Genelde 'ortanca' lar arada gel-gitli oluyor.

4 yıllık üniversite mezunlarının hiçbir şey yapamaması üzücü. Ya da 4 yıl okuyosun sonra ne olduğun, ne olup nereye varacağın sorgulanıyor. Mesela hititoloji okuyanlar ne yapıyor?

5 kardeş gelir gider, suratta şaplak olur biter. Fakat her zaman şu karikatürü öpesim gelir. 



6 deyince akla bu gelmez mi?<3 br="br" nbsp="nbsp">




Haftanın yedi günü olmasa bence 9 olurdu. Asla çift olmazdı. 


Sekiz çok güzel bir rakam, bitmeyen bir rakam. Bitmeyen rakam yapmış adamlar hala neyi konuşuyoruz acaba...


Dokuz ay on gün olayı çok sıralı. Yani şöyle de olabilirdi. 9 ay 10 gün 11 saat 12 dakika 13 saniye .........

23 Temmuz 2012

Seks yapmıyorum ben hep vesveseliyim



İkbal Gürpınar'ı bi kadın aradı. Dedi ki


-İkbalnım, benim içimde bi vesvese kurtulamıyorum, sürekli gusül abdesti almak istiyorum. Gusül abdesti almamı gerektirecek bir durum da yok her gün her gün ama; sabah olsun, öğlen olsun içimden bi ses ille de gusül al diyor. Kocam da kişisel temizliğine pek önem vermez. Ben de sürekli ellerimi ayaklarımı yıkıyorum, sürekli temiz olmak istiyorum. Hocama danışayım dedim.


Bu arada kadın sürekli her gün seks yapmadığını bunun sadece vesvesesel bir konu olduğunu anlatmaya çalışıyor; sanki anormal olan seks yapmakmışçasına. Asıl konu İkbal'in verdiği cevaptır bence. 


-Ahh canım benim euzü besmele çek. 


Çok affedersin bacım  elbette besmele ruhen, manen çok kuvvetlidir fakat olaya baksana; kadın resmen obsesif olmuş. Artık günlük hayatını aksatır olmuş bildiğin psikolojik kökenli bir şey var ortada. Bunu oradaki hocaya danışması bile ayrı bir mevzu. Arada kocasına da bok atıyo zaten. Sen çıkmışın ne diyorsun.  Sonra sonra tabii tıbbın da yapacağı bir şeyler vardır diye ekleyip aradan çekildi bizimki. 


Sen çözümü verdin zaten belki tıp, bilim de bi şeyler yapabilir. 


Dayanamadım hocanın cevabını dinlemeye gücüm yetmedi, kanalı değiştirdim.


Sen ne demeye izliyodun derseniz kadının çaresiz ses tonundan takılıp kaldım; bir de sürekli verdiği 'SEKS yapmıyoz biz beyimle, beyim de pis zaten. Bok herif beni obsesif etti bi de' gibi alt mesajlar çekti. 




Sonra Ahh bi tanem çok geçmiş olsun. Allah şifa versin. Euzü besmele...



Tövbe tövbeeeeee.




İkbal, söylemeyim dedim, dayanamadım ama kafan kocaman. Zaten bir sen bir Esra Ceyhan TV sektörünü ölümcül yaraladınız benim nazarımda.


Şimdi Esra Ceyhan'ı, Gülhan ve galaksi rehberini de alıp galakside kaybol.

19 Temmuz 2012

Yapraklı günler vardı azizim...



Beni sıcak havalar böyle bok gibi yaptı. 
Bu ne sıcak lan! Lanetli yaz yemin ederim.
Denize gitmeye üşeniyorum sıcaktan. Öyle bir sıcak ki durup dururken tüm vücudumu işemişim gibicesine şey ediyor. 
Çişim gelmiyo terlemekten. 
Günde 2 varil su içiyorum bi kere çişe çıkıyorum. 
Antalyacak keseliğiz; dünya tellakları gelse de hepimize bi el atsa. 
Uyuyamıyorum oğlum, klimayla da uyuyamıyorum. Gözlerim Hayko Cepkin' den hallice dolaşıyorum sokaklarda. 
Sürekli baş ağrısı, saç baş desen darmadağın oldum.
Makyaj desen suratta durmuyo bööööyle aşşaaa aşşşaaa akıyo her şey. 
Çok fenayım çok. Saçları da uzattık göte kadar. Çık başa bakalım çıkabiliyo musun şimdi.
Eril cins tişötü çıkardı memeler fora. Biz bir de üstüne üstlük  meme ucumuzu gizleme derdindeyiz. 
İlkel kabileler mutlu dedim dedim dinlemediniz. 
Lanet olsun kapitalist moda akımlarına, yaprağımı geri verin şimdi bana.
Yaprak dediğin hem hafif bi şey de sonuçta. Yeri gelir çıkarır sallar bi serinleme edevatı olarak da kullanırsın.
Kış günleri de mis gibi postumuzla yaşarız. Bugün bi kürk ne kadar sen biliyo musun?! Tehheeeey teeeey!
 
Şu günlerde sizlere yapraklı günler serinliği diliyorum.

Ölmeyin lan.
Bye.

07 Temmuz 2012

Ev- lenmeyin yuva kurun





Belli bir yaşa geldikten sonra 'gelenektendir, evlenilir' fikri bana hep uzak ve samimiyetsiz geldi. 
Biliyorum ki  huzur ve aile yaşantısı daha baskın bu konularda. Evliliklerin birçoğunun aslında yaş gelmesi vs. değil yalnız kalmama fikri ya da ailesiyle yaşayanlar için evden kaçış ışığı gibi görünmesiyle ilintili diye düşünüyorum. Ailesiyle huzursuz günler geçiren ya da tek başına hareket edebilecek yaşta olmasına rağmen ne yaptığı nereye gittiği sorulan bir insan için kendi hayatını yaşamak fikri daha cazip geliyor. Olay evlilikten çok 'kendi hayatım' fikrine dönüşüyor. Az tanıdığı birisiyle bu düşüncelerle evlendikten sonra buhranlı dönemler başlıyor. Eril cins önce evdeki potansiyel varlıkla birliktelik kurma fikrinin cazibesini yaşıyor fakat daha sonra yaşayamadığı kendi hayatına dönüş yapıyor. Dişi varlık ise olaya daha duygusal baktığı için 'zaten mahvolmuş bir hayatım vardı bari çocuk yapalım da hayatımı ona adayayım' gibi histerik düşüncelere bürünüyor. Yıllar içerisinde doyuma ulaşan adamın ve zaman zaman elbette ki kadının durulması ardından işte o monoton aile yaşamına giriş başlıyor. Adamla kadının birbirlerine karşı umarım yitirmedikleri saygı yıllar içerisinde sevgiye dönüşüp ortaklaşa dünyaya getirdikleri yavru üzerine kurulu bir şekilde sürüyor. Ekonomik düzey ve içinde bulundukları sosyal ortam onları nereye götürür bunu sınıfsal faklarla beraber rahatça gözlemlediğimizi düşünüyorum. 


Avrupa'nın 18 yaşta ayrı yaşama fikri zaman zaman katı ve saçma gelse de bazen de inanılmaz cazip geliyor bana.İşte sırf bu ailemden kurtulayım, içinde bulunduğum ortamdan sıyrılayım fikrine bürünmekle başlayan girdapa girenlerin çoğunlukta olduğunu bildiğim için. Eğer ekonomik açıdan bakarsak anne babanın tutup da 'çık git huleeeyn 18sin sen' demesi bizim Türkiyemiz için pek mümkün görünmüyor. İstihdamın az, genç nesilin çokça olduğu coğrafyamız bu fikre ne geleneksel-nüfussal açıdan ne de ekonomik açıdan uygun değil.


Şu saçma ve mutsuz evliliklere başlama konusunda ailelerin büyük etkisi olduğunu vurgulamak istedim. En azından evlatlarınızın kaç yaşında olduğunu bir kez daha düşünün ya da onlarla olan iletişiminize bir kez daha göz atın. Sizden kaçar gibi evlenen bebeleriniz olsun istemezsiniz herhalde. 


Benden size tavsiye; böyle evlenmeyin. Kaçarcasına, sevmeden, kılına tahammül edemeyeceğin bir adamla, yüzüne gülmeyecek bir kadınla, sevişeceğin ve mideni bulandıracak biriyle.



Severim, öberim en nadide.


pic: http://kxodesign.com/house-vs-home/

02 Temmuz 2012

Çogünnü olduğumdan dergilere konuk bir yazarım


Burada yazım var oğlanlar, kızlar okuyun bakem.
İnsanlar uğraşıp emek verip nekaaaaar güzelli şeyler yapıyor değil mi?

Öberim can ciğer kuzularımın en sarmaları.

NOT: Yazı başlığım her kişi er kişi değildir!
Mementoma sevgiler

06 Mayıs 2012

Ben mal değilim hepsi senin suçun Emre



Şarkıları dinlerken sözlerden önce müziğe dikkat edenlerdenim. Hatta bazen çok sevdiğim şarkıların sözlerini gıdım bilmem. 


Türk müzik dünyasında durum sözler üzerinden ilerlediği için aramız hep limoni fakat yine de fazlaca gizil öğrenen biriyim. Türkçe şarkılarda sözler çokça ön planda ve böyle beynine beynine vuruyor her kelime. Şimdi ben bu aralar bir şarkıya taktım feci halde; kendisi bkz. Emre Aydın- Soğuk odalar. Türkçe'de vurgu ile kelime anlamı nasıl da değişiyor şimdi bu şarkıyla kanıtlayalım.




Soğu soğuk odalar yoksun neye yarar örtünsem kat kat yorganlar aman
Soğuk soğuk olanlar vurdum dibe kadar halimden yalnız uyuyanlar anlar.


Bu şarkıyı her dinlediğimde sözlerinin ne kaaar saçma olduğunu düşündüm sebebiyse "yalnız" kelimesindeki yanlış vurgu. Sevgili Emreciğim 'yalnız' sözcüğünü 'sadece' anlamına gelecek şekilde vurguladığından absürd bir anlam çıkıyor. 



Soğu soğuk odalar yoksun neye yarar örtünsem kat kat yorganlar aman
Soğuk soğuk olanlar vurdum dibe kadar halimden SADECE uyuyanlar anlar.


Ben böyle anladığımdan kendisiyle çokça dalga geçtim. "Salah ya ne saçma söz yaşmış ekikömekikö asdfgh" "Uyayana noluyo oğlum adam uyuyo işte dibe mi vurmuş, nolmuş biri bana açıklasın allasen ben de uyuyorum ama hala bu bebeye akıl erdiremedim" vb. tepkiler verdim.


Fakat sonra olaydaki SALAKın kendim olduğunu, olaya ne kadar düz baktığımı, oradaki YALNIZ kelimesinin cidden yalnız olduğunu ve Emre Aydın'ın Türkçe dersinden 1 aldığını anladım. Ne olursa olsun Emrecim, biraz vurgu tonlama çalış benden sana tavsiye. Ha dersen ki sen kimsin, ben bilirkişiyim ablam. Hadi canım.




Senin yüzünden kendimi sorguladım, Allam dedim ben ne zaman böyle mal oldum dedim. Saf mı oldum dedim. 


Bütüm dilbilimi kuralları bilgimi ortaya döktüm ve kirli çamaşırlarını çomski kitaplarında buldum. 


Şimdi git ve şarkıyı yeniden söyle seni kendini bilmez!


Bye.


NOT: Şarkı altı Youtube yorumlarını okuyarak gülme ihtiyacınızı karşılayabilirsiniz. öpt. kib.

05 Nisan 2012

Lililililililili



                       



Dillere ve etimolojiye olan sevgimi ve ilgimi az buçuk da olsa anlatmışımdır. Urfa'ya geldiğimden beri iki kelime oradan üç kelime buradan Arapça Kürtçe kapmaya çalışıyorum diyebilirim. Bir de eğer Kürtçe bilmiyorsan öğrencin gayet de arkandan Kürtçe konuşabiliyor. Ne dediğine dair de bir fikrin olmuyor. Gülüyorlar kendi aralarında ve sen ne dediğini anlamıyorsun. Ben de onlara İngilizce konuşuyorum o zaman ama olsun. En azından bi fikir sahibi olmam gerek. Bazı öğrencilerim de soruyor; öğretmenim Kürtçe biliyor musun diye. Biraz diyorum ben de yalandan. Öğrendiğim çat pat bi şeyleri söylüyorum ve sınıfta biri Kürtçe konuşmaya başlayınca hemen biri uyarıyor 'la haciiii öğretmen kürtçe biliyor ha!' İşte böyle böyle öğrenci dedikodusundan kurtulmaya çalışıyorum. 


Burada konuşma tahmin edebileceğinizin de ötesinde. Her lafın sonuna 'ha' koyan bir toplumdayım. Mesela otobüste 'inecek var ha', yemekte 'hacii ayran getirecaktın ha', okulda 'hocam dersin bize ha', pazarda 'üç kilo bir milyon ha' gibi. İlk başta insana bir garip geliyo. N'oluyo tehdit mi var enee gibi. Fakat zamanla alışıyorsun. Zaman zaman ben de öğrencilerimi güldürmek için böyle laflarımın arasına Urfa'dan esintiler koyuyorum. "Ödevini yapacaksın ha!" gibi.

Bunun  yanında hayatım boyunca 'bence' lafını bu kadar kullanan bir memleket görmedim ben. Ama bu kadar yersiz, bu kadar gereksiz:) Örneklerle açıklıyorum ki anlayın: Şimdik sana biri kaç yaşındasın ya da kaç yılında doğdun diye sorsa direkt cevap verirsin di mi. İşte burda şuna bile rastladım; 


ben: kaç yaşındasın Esma? 
Esma: bence 24. 
Ben: Hıı? 
Esma: hee.


Ya da şöyle; 


ben: sizin sınıf öğretmeniniz kim? 
Öğrencim: bence Mahmut Şevket. 
ben: '^+%&


Şöyle de olabilir; 


ben: Nerde oturuyorsunuz? 
Kadın: bence Yenişehir.

Bu kullanıma bir türlü anlam veremedim ama buna da alıştım artık. 

Para değeri burda hala milyonlarla işliyor zaten. Mesela geçen fotokopi parası topluyorum 50 kuruş getirin dedim öğrencilere, öğretmenim elli bin mi diyorlar. 
Sonra 5 kuruşları toplamış gelmişler. Allam yarreppim :) 

Ama şimdi anlatacağım laf bence alçak gönüllülükte son noktadır. Bir şey istersen eğer sana başım gözüm üstüne derler ve bunu gerçekten de içten söylüyorlar. Teşekkür ettiğinde bi şey değil yerine başım gözüm üstüne abla diyen biri gerçekten sana daha samimi geliyor o esnada. Belki ilk etapta ezilme büzülme gibi gelecek ama öyle değil bence içten yapılmış bir şeyin içten cevabı. 

İşte sevgili dostlar kültür ateşeniz sizer için durmadı bir de fotoğraf avına çıktı. Buraya geldiğimden beri her gördüğümde karnıma ağrılar sokarak gülmemi sağlayan 'Li Paris' i sizler için fotoğrafladım. 
Li nedir Allasen yaa... Hedi le'yi lö'yü bile anlarım hadi la da olsun ama li tam Urfa'ya yakışırdı. Lilililililii!!!



Öberim

28 Mart 2012

Yeni nesil nano zikirmatik



    VS.  


Dini açıdan samimi olmak gerekirse sıkı sıkıya ibadet eden bir insan olduğum söylenemez. Genel anlamda inançlı biriyim ama şunu söylemek zorundayım ki cennete gitmek için Urfalılardan bana sıra gelmez hacı.
Burada insanlar inançlarına inanılmaz bağlı, namazını kaçıran tek kul görmedim diyebilirim. Hatta 4. sınıfa gidip örtmenim ezan okundu mu diyen öğrencilerim var. Sabah görüyorum esnaf dualarla açıyor dükkanını.


Tabi ailenin inanç biçimi çocuklara da yansımış durumda. Her hafta belirli ders saatlerinde okuma yaptırıyoruz öğrencilere ve okudukları kitapları görmeniz lazım. Evladım senin yaşın kaç 'kabir azabı' diye kitap okuyorsun diyecek oluyorum ama sınıf öğretmenlerinin denetiminde yürütülen bir çalışma olduğundan sadece 'çok güzel kitaplar biliyorum; mesela ben Jack London hikayelerini çok severim. Size getireyim mi?' diyorum, ordan biri 'örtmenim ilahi söyleyelim mi' diyor. Olay çoktan çıkmış anlayacağın. Bir sınıf öğretmenine konuyu açacak oldum; adam 'onu da okumuyo, elinde tutuyor tek' dedi, ben de 'belki ilgisini çekecek nitelikte bi şeyler olsa' diyecek oldum, cıks adam uğraşmakta niyetli değil. İşin kötü yanı kesinlikle müdahaleye izin yok. Ben de elimi eteğimi çektim bir müddet beklemedeyim, çeşitli planlarım var ama. 


Burada en sinir olduğum olay zikirmatik çılgınlığı. Herkesin elinde bi zikirmatik, pıt pıt pıt zikir çekiyor. Çek, allah kabul etsin ne diyim. Normalde olsa inan umurumda olmaz fakat öğrenci dersle ilgilenmektense zikir çekmeyi tercih ediyorsa bi dur derim artık. Onu bunu geçtim çift el zikirmatik kullanarak beni benden alan öğrencim var. Defalarca uyarmama rağmen derste yeni nesil renkli, sevimli, pıtırcıklı zikirmatikleriyle zikir çekiyorlar. 


Ve sınava başlamadan önce bi 5 dak. dua ediyorlar. 


Anlam veremediğim olaylardan biri sayıya neden bu denli takılmış oldukları. 4444 sayısının hikmetli olduğuna inanmıyorum. Bir de bana 'örtmenim kutlu doğum haftası yaklaşıyor, zikir çekiyor musunuz' diye soruyorlar. Bir şekilde bununla yargılıyor beni kafasında.


Geçen gün kul hakkından ve duanın sınava çalışmadan bir işe yaramayacağından bahsederek sınıfta sonsuz bir sessizlik sağladım, fakat konu should/ shouldn't a gelince ortam dağıldı. Ben de what shouldn't we do, kul hakkı yemicez hacı dedim. Ben sizi her zikirmatik için uyardığımda arkadaşlarınızın dakikalarını yiyorsunuz bu da kul hakkı dedim ve olaya son noktayı koydum. Artık nasıl uyarayım n'apayım bilemiyorum. Öğrenciyi böyle ince konulardan karşıma da almak istemiyorum. Dinden girdim olaya, sonum hayrolsun.




Sınıfa elinde zikirmatikle giren ve daha 4. sınıfların dersine giren sınıf öğretmenlerine ve  öğrenciye 10000 zikir ödevi veren din k. ve ahl. bilg. öğretmenlerine de sevgilerimi iletiyorum. 


Lanet olsun, biri gelip şu öğretmenleri temizleyemez mi!

22 Mart 2012

Efkarlanıp rakı içemeyen bir şahsın hazin öyküsü: bossa nova

 


Sigara içemem, içmeyi bilmem. Elimde sigara bile tutamam o kadar beceriksiz bir insanım. Dün efkar bastı diye sigara içeyim dedim. Öksür allah öksür rahat rahat bunalamadım da. Güya tribe giricem giremedim, açtım yutubdan en kıyamet şarkıları. İçim bunalıyo da sigara bile içemiyorum nasıl efkarlanayım dedim o an. Efkar bile yarım hacı. Sevincim g.tüme girer, üzüntüm b.kum gibi. Ne garip insanım oğlum ben. 
Sussam bi şeye benzemiyorum. Profilden kötüyüm çünkü. Bence susunca güzel olan insan profilden hoş olandır. 
Ben sussam gudubete benzerim. Konuşsam efkarlı laf edemem, sesim de güzel değil bi arabesk fantazi dalında eser sergileyim. O değil rakı da içemiyorum. Bildiğin sinir bi tipim. 


İçki iç desen tekila getir hacı ortam şenlensin hamallığa lüzum yok der üç şatımı yapar muhabbetime dalarım. Baktım kafam açılıyor hoop 2 şat daha. Üstüne de milırımı içer eğlencemi yaparım.


Efkarımı ben yatınca yaparım. Yatağa yattım mı Allahım bi gör beni, o nasıl kendine acımalar, o nasıl kendini eziklemeler öyle. Dersin ki almalık, evde besleme olarak çalıştırmalık bir yaratığım o an. 
Ağlarım falan. Sabaha gözlerimi göremezsin bak o zaman. 


Ama dert dinlerim bak. Ha bi de şöyle bi huyum var ben hasta bakmayı falan çok severim. Ne malım di mi. Böyle biri hasta olsun hemen bi ıhlamur kaynatayım efendime söyleyim iki damla limon atayım içine falan. Çorba pişsin hatta kişiyi ellerimle besleyim, öyle de anaç ruhluyum. 


Ama efkar konusunda kötüyüm. Efkarım kötü benim. Çünkü ben Yılmaz Erdoğan şiirlerini okuduğumda hep bi yerde cozuturum. O yüzden Allah beni cezalandırmış olabilir. 


Ama ben sofrada iyiyim bak. Zeki Müren'i delicesine severim. Ama efkar eyleyemem. Sesi çatallı bir kadın olabileceğimi sanmıyorum. Ama efkarlananların kadehini doldurup arada meze getirip götürebilirim. 


Balık yerim, ama roka yemem bence ondan da kötü olabilirim bu konuda. Hem rakı roka balık üçlüsünden 2si yok bende. Onun yerine pizza,şarap,film de demem. Ama belki bol bira bol sohbet derim. Ama efkarlananların sırtını sıvazlayıp 'hadi be Mücahit ağbi çek' derim. 


İşte efkarlanıp bu yazıyı yazan bir insandan ne beklersen o kadar benim efkarlık halim. İçim içimi yiyo Coni. Efkarlanabilip içimi dökmem gerek.


Efkarımı kussam karşıki dağlar yıkılır da işte. O karşıki dağlar dumalı dağlar. Urfanın etrafındalar. Ben de ceylanım seke seke çaydan geçerim. İşte ondan efkarlanamıyorum. Seke seke olmaz çünkü bu işler. 


Aslında rakı falan içeydim iyiydi de işte...



20 Mart 2012

Kim ki beni daha iyi anlatır

13 Mart 2012

Kuaförmetre



 

Kuaföre gideceksem, ister faşist de ister cinsiyetçi de ne dersen de ama benim tercihim, işini on numara yapan hanımları tenzih ederek derim ki erkek kuaförden yanadır.
Bir kere en başta bir kadının başka bir kadını kendinden güzel görme isteğiyle tutuşacağına inanmıyorum. Kadın mutlaka bi yerine 'nazarlık' yapar o saçın. Ya yamuk keser ya rengi çikin olur falan. Bence bu konuda kadın erkek fark etmez kuaför andı gibi bi şey olmalı. 
"Saçı asla istenenden kısa kesmeyeceğimeee, bok sarısı boya kullanmayacağımaaa, her boyayı doğal diye yutturmayacağımaaa " diye başlayabilir.


Ayrıca şöyle bir dikkat ediyorum ve bakıyorum da yapay sarıları; oksijenli suyla açılmıştan hallice saç tonlarını beğenen kadın toplumuna ben saçlarımı nasıl emanet edeyim. 


Erkekler boya konusunda daha iyi çünküüüüü,


Bu bir gerçek ki erkekler doğalı, doğal değilse de doğala en yakını seviyor. Uç renkleri genelde doğal tonlara dönüştürme taraftarı oluyorlar. Ya da fön çekecekse doğal görünümlü ve bi o kadar da havalı fönü bir erkek daha iyi çekiyor. Görmek istediğini yapıyor bir nevi. Fakat bir kadına kırık fön çek aplaa dediğinde sana bunu yapar; 


 

Ama bi erkek kuaföre dersen şunu yapar; 

 

Adam tabi seni böyle görmek isteyebilir aynı zamanda ama hayat bazen herkese adil davranmıyor dostum.


Bu düşüncemde ne kadar haklıyım bilmiyorum ama yıllardır tercihim erkek kuaförlerden yana olmuştur. Ne zaman saçımı zorda kalıp bir kadına kestirsem belimde olan saçım boynuma çıkar.
Ama erkek seni kırmaz ısrarla "ucundan al Meğğmet" dersen ucundan alır. 
Mesleki eğilim olarak makasa aşık bir topluluk oldukları için erkeklere de oldukça ısrarcı davranmamız gerek tabii.

Ayrıca makyörlerin de doğallık konusunda daha başarılı olabileceği tartışılabilir bence. Göz altına yoğurt kıvamında beyaz bir şeyler sürüp kirpiklerini ok ok eyleyerek suratıma bakan birine nasıl güveneyim a dostlar!

Size sevgile sunar, yanacıklarınızdan makas alırım.

09 Mart 2012

"wer ar yu from"a "vıhere ar yu for" diyen öğrencilerim var benim



,


İnsanın bir doğurma sınır olmalı bence. Bir insan ne kadar üreyebilir bilemiyorum ama Şanlıurfa'ya geldiğimden beri bebeğe doydum resmen. Her yer bebek dolu oğlum. Acayip üreyen bir şehirde bir başına olmak tabii garip bir duygu ama ne bileyim bu kadar da ürenmez yani.
Mesela ben ilköğretimdeyim şimdi ve benim okulda 5 kardeş beraberce okuyan var. Sosyo ekonomik düzey çok düşük, işsizlik oranı çok fazla, işçilik ucuz. 
Örnekle açıklayalım; okullarda katkı payı altında saçma bir şey toplanır ve bunu da sınıf öğretmenleri yapar, bilirsiniz. Hıh şimdik burda o katkı payı 5 tl ve taksitli. Yani her hafta 25 kuruş getiren öğrenci bile var. Öğretmenler dilenci gibi, kim ne getirse kardır diye bakıyorlar.
Tabii çocukların çoğu fırında, pazarda falan çalışıyor; okuldan sonra çoğu işe gidiyor. 
9 yaşındaki çocuk ben evin en büyük erkeğiyim çalışmam gerek diyebiliyor mesela.
Şimdi tut sen bu çocuğa ödevini neden yapmadın de...
Bugün iki kardeş olan öğrencilerimle aynı otobüse binecektim. Nasılsınız derken işe gidiyoruz dediler. Biri 4'e biri 6'ya gidiyor. Okul çantaları ve önlükleriyle işe gidiyorlar. Sonra otobüs geldi, çocuk benden önce atladı otobüse benim de paramı vermiş. Belki benim kazandığımın onda birini kazanan çocuk paramı ödemeye kalkıyor! O kadar da gönlü geniş... Kıyamıyorum buradaki çocuklara. Kimileri çok arsız, saygısız ama bi çoğu da çok çaresiz. Sevgiye ve ilgiye açlar. 
1. sınıfta bali çeken öğrenciler de var.

Burda yerlere çok tükürüyorlar hacı. Yerler buz pisti gibi kaymaya elverişli. Affedersin fizik bilgisine de sahip olmalılar ki yüzeyi genişletmek için bir de ayaklarıyla sürtüyorlar. Onca şehir gezdim bu kadar tükürüklü bi memleket görmedim yeminle. Yürürken değişik figürler sergiliyorum yolda hop hop zıpla orda da var, burda da var gibi. 

Bir de Urfa insanı carpe diem insanı. O kadar rahatlar ki bi gör. Bi şey olacaksa böyle bi rahatlar he heee olur diyorlar. Yapınca da üstünkörü yapıyorlar. Ama komikler bu açıdan. 

Üst komşum benimle yaşıt ve üç çocuğu var. Arada bana bırakıyo, bebek de anasından ayrılınca durmuyo. Kafayı yiyorum artık eh piş koki miki falan gibi sesler çıkarıyorum ama anası alana kadar sekiz kez migren krizi geçiriyorum.

Bebekleri severdim ama burdaki bebek oranını görünce bi durup düşünmedim değil açıkçası. Antalya'da bebek olsa da bi oynaşsak derdim zaman zaman ama şimdi öyle bir özlemi bırak, yok mu konuşacak adam ühüüü diye dolanıyorum.

Konuşmalar zaten on numara beş yıldız. Otantik bir dil.

Tarihi açıdan zenginlikleri, gezilip görülecek yerleri çoook fazla. Hatta oldukça güzel bir şehir. 

Gelirken bir korku olsa da ben alıştım buraya ve garip ama çokça sevdim açıkçası.
Gelişmiş bir kent. Ulaşımda hiç problem yok mesela. Her yere en fazla 10 dak. da bi otobüs var. Antalya'da olmayan nimet buradaymış meğersem. 

Şubatta buraya çok fazla atama olmasından dolayı bir öğretmen yoğunluğu var. Batıdan gelen öğretmenler de birbirlerini bulunca direkt sevişelim mi ekiki diye dolaşmaktalar. İş güç buldular ya hemen sevgili arıyolar yemin ederim. Kadın erkek hepi bir.

Ev arkadaşım olmasa çok sıkılırdım burada çünkü konuşacak adam çok az. Mal öğretmen sayısı metrekarede beş bin civarında.

Kimseyle konuşmuyorum be bilog anla yani.
Öğretmenler odasında kaçak çay var onu da içemiyorum zaten..

Yalnızlar rıhtımındayım bi de kiralar çok pahalı.

O değil de öğretmenler çok cahil lan. Resmen mala bağladım burda. Nası dedim ya nası olur bu kadar...
Sınıf öğretmenleri çağdaşlaştırılsın kampanyası yapıcam yakında.

Sevgilerimle uzun oldu ama daha yeme içmeden bahsetmedim genşler...Pek yakında...

sit down!

gut mornik tiçır.